Anasayfa / Motive Olmak / Bir de bunlar var! / Ahmet İnam : “Hıyar heriflerin işi değildir aşk!”

Ahmet İnam : “Hıyar heriflerin işi değildir aşk!”

Hesabi insan, kendini aşma olanağının farkında olmayan insandır. Hesaplayamadığı hazinelerin farkında değildir. İnsan olmasını gerçekleştiremeyen bir varlıktır. Bir anlamda hesabi insan, insanın yüz karasıdır. Ama hesap, yaşamaktan korkan insanlar için çok büyük bir güvence. Çünkü kendinizi aşabilmeniz, ‘hayat bu kadar değil’ demekle olanaklı. ‘Peki ne kadar’ dediğiniz zaman serüvene girmeniz gerekir. Yani artık keşfedilmemiş ülkelere, yelken açılmamış denizlere gideceksiniz. Ama orada büyük fırtınalar, büyük canavarlar karşınıza çıkabilir ve yok olabilirsiniz.

İşte insan kendini güvence altına almaya çalıştığı anda hesap yapıp, kendi kendini tüketmeye başlıyor. Bunu ikili insan ilişkilerinde de görüyorsunuz. Dostlukların ve aşkın yaşanamamasının ardında da böyle küçük hesaplar yatıyor.

‘Yoldan çıkmışlar, çıktıkları için çoktan varmışlar’ diyorsunuz. Yola çıkmak için günlerce hazırlanamayanlara, ya yoldan çıkarsam korkusuyla yolculuk yapamayanlara ne diyeceksiniz?

İçimizdeki hayvanlığı bastıracağız diye, içimizdeki insanlığı da bastırmışız.

Yalnız kaldığım zaman, genellikle gece ikiyle dört arasında mutlu olurum. Televizyonu açarım ama seyretmem. Sesini dinlerim, duvarlara bakıp öyle düşünürüm, belki yazasım gelir bir şeyler karalarım. Uykum gelince, ‘bu dünya düzelmez arkadaş’ deyip yatarım. ‘Bugün de kurtaramadık dünyayı ne yapalım’ derim!

Hesabi duruş, mutluluğu öldüren şeydir. Örneğin Nietzsche, hayatı boyunca bunu anlattı. Ama Nietzsche’yi okuyup karamsar olan adamlar var, onlara sopayla girişmek istiyorum bazen. Adam demiş ki, ben bir enerji kaynağıyım. Benim insan gibi insan olabilmem, içimdekilerin olabildiğince bastırılmadan ortaya çıkabilmesidir. Oysa yaşam buna izin vermiyor, birbirimizi maskelemek zorunda kalıyoruz. Gerçi Freud medeniyetin temelinin bu olduğunu söylemiş.

Biz de içimizdeki hayvanlığı bastıracağız diye, içimizdeki insanlığı da bastırmışız. Hâlâ içimizdeki erotik enerjiyle ilişkimizde sakatlık var. Erotik yanımız ortaya çıktıktan sonra ayıp bir şey yaptığımızı düşünüyoruz. Onun için vatan millet sakarya, ilim aşkı, sanki hiç eros yokmuş gibi davranıyoruz, dava adamı kalıbına sığınıyoruz.

İşte bütün bu kalıpların dışında felsefe; çözüm arayanların değil, soru soranların yeridir, şeytanla muhabbettir. Ne zaman ki şeytan sizi alt eder, o zaman insan olduğunuzu anlarsınız.

Sevmek bilgelik gerektirir.

Felsefe dediğimiz çaba, sevgi ve o sevgiyle yaşanan bilgece bir yaşamı gerektiriyor. Bilgece yaşanan bir yaşam, yalnızca bilgiyle yaşanan bir yaşam değildir. Bilgiyi özümseyerek, içselleştirerek, bilgiyle mutlu olmaya çabalayarak yaşanan bir yaşamdır. Bunu anlayabilmek için “sevginin bilgeliğini” anlamak gerekir.

Sevmenin büyük bir bilgelik gerektirdiğini düşünüyorum. Herkesin birbirinden kolayca nefret ettiği, tiksindiği bir dünya düşünün. Bunu bireyler arasındaki ikili ilişkilerden tutun da, uluslararası ilişkilerdeki ‘ben seni yerim, sen beni yersin’ gibi Hobbesçu bir dünya düzenini içinde düşünün. Sevmenin anlamı büyük ölçüde kaybolmuş…

sevmek

Elbette bu dünyada bilge insanlar var ama bilge toplumlar, kültürler yok. Oysa bilge kültür ve toplumlara ihtiyacımız var. Maalesef toplumlararası ilişkiler çok acımasızca, çok hesabi ve insana yakışmayacak düzeyde birbirinin kuyusunu kazma ve birbirini bir tehdit olarak görme doğrultusunda yürütülüyor.

Vefalı insan olmak zor zanaat.

Vefa öncelikle sevgi kokar. Vefasız sevgi vardır ama sevgisiz vefa yoktur.

Vefalı insan ‘söz veren’ insandır. Seven ve sevgiyle bağlanma sözü veren insan. Söz veren ve sözünü tutan insan. Vefalı insan sevgiyle söz verip, sevgiyle bağlanıp, bu bağlılığını sürdüren insandır. Neden bağlanır? Sevdiğine karşı sorumludur da ondan.

Vefada sebat var. Kararlılık, direnme ve sabır var. Vefa, sevginin sınanıp başarılı olduğunu duyurur bize kokusuyla. Vefa bir eylemle sürer. Yetişiriz sevdiğimize. Kısaca vefa, sevginin dirençli bir bağlanma ile sevilene yetişmesidir. Onda; sevgi, karar, kararlılık, eylem boyutları vardır. Elbette anlayış, vefanın pınarındadır.

Böyle bir çözümleme ile bakılınca vefanın ne denli zor gerçekleşir olduğunu görüyoruz. Vefalı insan olmak zor zanaat. Yaşadığımız çağda vefa oldukça eskimiş ve anlamını yitirmiş bir kavram olarak görünüyor. Derin duygularla yoğrulmuş, kendimizi adamaya hazır olduğumuz ve iç dünyamızın zenginliği içinde yaşayabileceğimiz sevgiler azaldı. Sevmenin güzel insan olma ile ilgili bir çaba, bir başarı yolculuğu olduğu unutuluyor. Sevgiyi yaşamaya çabalayanlar onun bir vefa sokağından geçtiğini de bilirler.

Paylaşmalarla yaşanır sevgi. Etkileşimlerle. Tam da o paylaşmaların orta yerinde birbirine karşılıklı güvenin, anlayışın, dostluğun bulunduğunu görürüz. Anlarız: Sevgiye, sevdiğime, dostuma sorumluyum. Sevgideki sorumluluk yolunu tuttuk mu, vefa meydanına varırız. O meydan vefa kokar. Bu koku hem yaşama sevinci verir bize, hem de borcumuzu hatırlatır.

Seviyorsak, yaşam enerjisini almada bir ayrıcalığımız var demektir. Bu ayrıcalığımızı hayata yeniden ödemek zorundayızdır. Seviyorum, demek ki borçluyum. Demek ki, bana bu sevgiyi olanaklı kılan hayata vermem gerekenler var. Yılmadan. Korkmadan. Yan çizmeden. Kaçmadan.

Hıyarların, hamhalat heriflerin işi değildir aşk!

Aşkta benim teorim şu; aşk doğuştan hormonlarla ilgilidir ama aynı zamanda kazanılması, edinilmesi gereken de bir şeydir. Emek ister. Hormonu iyi salgılayan aşık olduğunu sanabilir, çıldırabilir, azabilir ama aşk ayrı bir şey. Bir sanat, bir güzellik yaratmaktır aşk. Hıyarların, hamhalat heriflerin işi değildir.

Diyelim ki kızın birini görüyorum, içime bir ateş düşüyor ve aşık oluyorum. Yok öyle yağma, böyle beleş bir şey olabilir mi? Ateş düştükten sonra ne halt yediğine bağlı olarak aşk olur ya da olmaz. Ateş düştükten sonra o ateşi düşüren kişiye gidip onu söndüreyim hemen diyorsan, orada aşk yoktur. Ama aşk düştüğünde; kendimizi, hayatı, yaşadığımız kültürü anlamaya ve dönüştürmeye çalışıyorsak, işte aşk odur. Bize insan olduğumuzu hatırlatır ve büyük bir sorumluluk yükler.

aşık olmak

Aşık olduğum zaman aklıma şu gelmeli; aşığım, demek ki yapacak çok iş var. Yani sevgilimle pastanede buluşacağım veya bir arkadaşın evine gidip yiyişeceğiz… Bu da yapılmalı tabi de, yalnız bunu yapıyorsanız aşk falan yoktur. Yani burada, arkadaşın evine gittik, yiyiştik. Aşka giriş bile yok, burada yiyiş var. Yani aşk, o yemekten aldığımız enerjiyle bir yere bir ağaç dikebiliyorsak, bir insana yardım edebiliyorsak, farklı kitaplar okuyabiliyorsak ancak o zaman gereğini yerine getirdiğimiz şeydir.

Aşk eşittir sevgili değil! İki kişilik de değil, çok kişiliktir aşk. Bütün dünyayı düşman belleyip, Leyla’yı sevmek değildir. Leyla’da bütün insanlığı sevmektir.

“Ahmet İnam” a ait diğer yazımız şuradadır.

Yazan : Ahmet İnam
Kaynak : Fikir Atölyesi

Hakkında Özgür ŞAHİN

Türkiye'nin en büyük kişisel gelişim sitesi olan kendinigelistir.com projesinin sahibidir. 2006 yılından bu yana #kişiselgelişim alanında birçok yeniliği bünyesinde bulundurduğu sitede "beden dili, iletişim teknikleri, başarı hikayeleri, motivasyon teknikleri, özgüven gelişimi" gibi bir çok ana tema üzerine yazar, çizer, karalar, öğretmeye çalışır.