Anasayfa / Başarı Öyküleri / Lev Tolstoy ve Mutluluğun 3 Anahtarı

Lev Tolstoy ve Mutluluğun 3 Anahtarı

Bugüne kadar yazılmış romanların en iyisini yazdı. Soyluydu, zengindi, meşhurdu ama mutluluğun bunda olmadığını hissediyordu. Hayatının belli devresini “boşa geçmiş yıllar” olarak tanımlasa da, hakikat arayışına koyulduğu günden itibaren mutluluğun kaynağına doğru yılmadan ilerledi. 82 yaşında evinden ayrıldığında sırtında ufak çuvalı, aklında büyük düşünceleri, ruhunda yüce duyguları vardı; hakikatle buluşmak için zamanın gitgide daraldığının farkındaydı. Birkaç gün sonra küçük bir istasyonda vefat ettiğinde, istikametin İstanbul olduğunu pek az kimse biliyordu. Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi romanlarını yazan bu hakikat aşığı, yazar, eğitimci, düşünür, pasifist, halkçı, kont Lev Tolstoy (1828-1910) idi.

Soylu ve Kültürlü Aile
Rusya’da, soylu ve varlıklı bir kont ailesinde, kendilerine ait olan Yasnaya Polyana (Aydınlık Kır) topraklarında doğmuştu. Tolstoy daha 2 yaşındayken annesini kaybetti. Babası orduda üstün hizmetlerde bulunmuş, kitap okumayı ve ava çıkmayı seven, sık sık çocuklarını yanına alıp kırlarda, ormanlarda gezintiye götüren, mütevazı ve merhametli bir insandı.
Bir kont ailesi olarak kültüre önem veren aile bireylerinin zamanı her an müzik ve edebiyat atmosferinde geçerdi; kendi aralarında piyano çalar, piyesler oynar, şarkı söyler ve şiir okurlardı. Kör olmasına rağmen geceleri çocuklara ilginç masallar ve hikâyeler anlatan İlya Stepanoviç adındaki hizmetkâr, küçük Lev Tolstoy’un hayal dünyasının gelişimine büyük katkı sağlamıştı. Babadan çocuklara kadar çoğu kitap kurdu olan Tolstoyların 30 farklı dilde yazılmış 20.000 kitaplık kütüphaneleri günümüze kadar korunmuş durumdadır. Daha 8 yaşındayken babasını kaybeden ve bu olayla çok sarsılan Lev Tolstoy, küçük yaştan itibaren hayata dair ilk sorgulamalarını yapmaya başladı.

Ruhsal Mücadele Yılları
Üniversiteyi bıraktıktan sonra, yeniden üniversite sınavına hazırlanan Tolstoy, içinde hissettiği bir tezatlık durumundaydı. Bazen aşırıya kaçan nefsanî istekleri ve eğlenceleri, bazı zamanlar dervişane ve dindar tavırları, genç Tolstoy’un ruh ve düşünce yapısını şekillendiren dalgalar gibiydi. Sürekli balo ve galalarda zaman geçiren, içki içen, kumar oynayan, gezip tozan genç Tolstoy’un günlüğüne yazdığı şu cümleleri, durumunu anlatmaya yetiyordu: “Hayvanî bir hayat sürüyorum. Meşgul olduğum her şeyden nerdeyse vazgeçtim. Ruhsal açıdan büyük bir boşluğa düşmüş durumdayım.” Bu yıllar, Tolstoy’un muhasebe ve kendi kendisiyle olan mücadele yıllarıydı. Hayatı, yaşamı ve aklını meşgul eden her şeyi sorgulaması, tefekkür etmesi, onu zamanla yazmaya itti. Bu yıllarda yazdığı metinler tecrübesiz bir kalemin eseri olsa da, ileriye dönük bir yazarlık ağacının tohumu mesabesindeydi.

Askerlik ve Yazarlık Şöhreti
Hayatını düzene sokmak umuduyla, 23 yaşında askerlik hizmeti için subay olan abisiyle birlikte Kazak, Kafkas ve Kırım halklarının yaşadığı bölgelerde bulundu. Seyahat ettiği yerlerde, zirvelerin havasını soluyan ve asil ruhlu olan yerli halkın, sade ama aynı zamanda mücadeleci yaşamı Tolstoy’da büyük etki bırakmıştı. Tolstoy, “tuhaf ve şiirsel bir biçimde birbirine tamamen zıt iki şeyin, savaş ve barışın birleştiği” bu yurdu çok sevdi. Askerliğinin ilk iki yılında, 25 yaşında, otobiyografik romanının birinci bölümü olan “Çocukluk” eserini tamamlayan Tolstoy, bu kitabı “Sovremennik” (Çağdaş) dergisinde yayınladı. 27 yaşında, savaşa karşı tutumunu ortaya koyarak yazdığı ve bu “büyük günah”ın çirkinliğini bütün çıplaklığıyla gözler önüne serdiği “Sivastopol Hikâyeleri” adlı eseri Rusya’da büyük yankı uyandırdı, eserdeki hikâyelerden etkilenen Rus Çarı I. Nikolay’ın da takdirini kazandı.
Askerlik vazifesini bırakmadan hemen önce, “Sovremennik” dergisinin kulübüne dahil olmak için St. Petersburg’a gidip edebi çevreler ile tanışan Tolstoy, bu kulüpte “Rus edebiyatının büyük umudu” olarak karşılandı. Ünlü yazarlarla katıldığı kitap okumalar, yemekler, sohbetler, münazaralar gibi faaliyetlerde aktif rol alan Tolstoy, edebiyat dünyasının şartlarına bir türlü ısınamadı. Askerlikten sonra Avrupa’ya altı aylık seyahate çıkan Tolstoy, Fransa, İsviçre, İtalya ve Almanya’yı ziyaret etti. Seyahati esnasında Rusya’daki hayat şartları ile Batı’daki hayat şartlarını kıyaslama fırsatı bulan Tolstoy bu yolculukta değerli izlenimler edindi.

Evlilik ve Verimli Yıllar
34 yaşındayken, bir doktorun kızı olan 18 yaşındaki Sofya Bers ile evlenen Tolstoy, aile huzuru içinde sade bir yaşama başladı. 35 yaşında büyük bir tutkuyla yeni bir proje üzerine çalışmaya koyulan Tolstoy, çeşitli arşivlerde yoğun araştırmalara daldı. Hanımının da desteğiyle, tarihte iz bırakacak bu edebi eseri, “Savaş ve Barış”ın ilk bölümünü “Russkiy Vestnik” (Rus Haberci) dergisinde yayınlayan 37 yaşındaki Tolstoy, Rusya’yı yeniden sarstı. Büyük yankı uyandıran roman, eleştirilere maruz kalsa da herkes tarafından beğenildi.

Yasnaya Polyana’daki işleri ile uğraşmaya ve fakir çocukların eğitimiyle ilgilenmeye devam ederken, 45 yaşında yeni bir roman üzerinde çalışmaya başladı. 49 yaşında tamamladığı “Anna Karenina” adlı romanında kendi zamanından bir kesiti ele alan Tolstoy, romanın başkahramanı Konstantin Levin aracılığıyla adeta kendi ruh dünyasının gelgitlerini anlatıyordu. Bu eser, yazarın ölümünden yaklaşık bir asır sonra “dünyanın en iyi 10 romanı” arasından birinci seçildi.

Fikirde Kökten Değişim
Kendi ifadesine göre 50 yaşına kadar sorumsuzca ve dünyevi zevkler içinde yaşam süren Tolstoy, hep “bir şey”in eksikliğini hissediyordu. Maneviyattan yoksun bir yaşamdan bunalan Tolstoy, eksikliğini duyduğu şeyin Tanrı olduğunu anladı ve dini araştırmalara dalmaya karar verdi. 52 yaşında Tevrat ve İncil’i kelimesi kelimesine inceleyen Tolstoy, bu semâvi kitapların zamanla tahrif edildiğini keşfetti. Kilisenin tepkisine rağmen din üzerine düşüncelerini “İtiraf”, “Öyleyse Ne Yapalım?”,”Dört İncil’in Tercümesi ve Birleştirilmesi”, “Benim İnancım Nedir?”, “Tanrının Krallığı İçimizdedir” gibi kitaplarda toplayan Tolstoy, kiliseye boyun eğmeyi ve Hz. İsa’yı tanrılaştırmayı reddetti.
71 yaşında yazdığı “Diriliş” adlı romanında, ahlaki yönden arınmayı ve iyiliğe yönelmeyi anlatan Tolstoy, doğanın güzelliği ve toplumun yakışıksız işleri, muhtaç insanların yaşamındaki gerçekleri ve sosyetenin sahte hayatı gibi tezatları bir araya getirerek çirkin ve güzel olanı birbirinden ayırmaya çalıştı.
“İnanç, iradeyle vicdanın anlaşmasıdır. İnanç, hayatın manasını anlamak ve bu anlamdan çıkan sorumlulukları kabullenmektir.” diyen Tolstoy 73 yaşında kilisenin aforoz kararıyla Hıristiyanlık’tan ihraç edildi.

Evden Kaçış ve Ölüm
Çoğunluğa nazaran farklı düşünmesi ve inanması, Tolstoy’un en yakın kişiler tarafından bile suçlanmasına, yadırganmasına ve dışlanmasına neden oldu. İddialara göre İstanbul’daki ulemâlar ile yazışan Tolstoy’un hayali Hacca gitmekti. 82 yaşında, soğuk bir sonbahar gecesi evinden gizlice ayrılan Tolstoy, İstanbul’a gitmek için Bulgaristan’ın yolunu tuttu. Yolculuğun meşakkatini kaldıramayan Tolstoy aniden hastalandı ve yedi gün sonra, Astapovo adında mütevazı bir istasyonda, hakikat arayışıyla geçen yaşamına veda etti.
Hıristiyanlığa getirdiği yorumların İslamiyet inancına paralel olması, İslamiyet’in haça tapmaktan daha üstün olduğunu dile getirmesi, Müslüman âlimlerle görüşmesi ve yazışması, Hz. Muhammed’in hadislerini derlemesi, mezarına kesinlikle haç koymamayı vasiyet etmesi Lev Tolstoy’un gizlice Müslüman olduğunu savunan tarihçilerin en önemli dayanakları arasındadır.

Tolstoy

Mutluluğun Üç Anahtarı
“Hayat bitmeyen bir mutluluk olmalıdır ve olabilir” düşüncesiyle, yaşamının sonuna kadar gerçek mutluluk ve hakikat arayışıyla geçiren Tolstoy, “Öyleyse Ne Yapalım?” adlı eserinde mutlu yaşamın formülünü veriyor: “En yüce mutluluk üç şeyle elde edilir: çalışma, fedakârlık ve sevgi.” Hayatını ve fikirlerini incelediğimizde, Lev Tolstoy’un bu üç şey için kafa yorduğunu ve çabaladığını görmemiz mümkündür. Mutluluğun bu üç anahtarını, farklı eserlerinden derlediğimiz ve anlamına göre birleştirdiğimiz, Tolstoy’un veciz sözlerinden anlamaya çalışalım:

1- Çalışmak
“Eğer insan arzulamasaydı, insan olmazdı. Her işin sebebi arzudur”, bundan dolayıdır ki insan arzuladığı şeyi hedefler ve “Hedef, yol gösteren bir yıldızdır. Onsuz hayatın kesin bir yönü yoktur; yön yoksa hayat yoktur” ve “İnsanlar için fayda hayattadır. Hayat ise çalışmadadır” ancak.
“Hayattan nefret etmek, ancak duyarsızlığın ve tembelliğin neticesidir” ve “İnsan hatalarının iki kaynağı vardır: tembellik ve vehim. Ve iyi işlerin iki kaynağı vardır: uğraş ve akıl”, sen de buna uyarak  “Bir şey yapıyorsan, onu iyi yap. Eğer iyi yapamıyor veya yapmak istemiyorsan, en iyisi hiç yapma.” Unutma ki “Kötü işlerin kökü, kötü düşüncelerdedir” bu yüzden, “Güzel düşün ve fikirlerin iyiliklere dönüşür.”
Tarih boyunca “İnsanların başına gelen belalar, yapılması gerekenden ziyade, yapılmaması gerekeni yaptıkları yüzündendir.” Sonuç itibariyle “Hiçbir şey yapmaktansa, hiçbir şey yapmamak daha iyidir”, öyleyse “Gereksiz, uğraştırıcı, sabırsız, kaygılı, zararlı ve aynı zamanda ilgi çekici bir iş, tembellikten daha beterdir. Gerçek çalışma, her zaman sakin, ölçülü ve gösterişsizdir.”
“Yüce ve hakiki işler, her zaman sade ve mütevazıdır” ve “Gerçekten önemli işlerle meşgul olan bütün insanlar her zaman sadedirler, çünkü fazla ve gereksiz şeyler bulacak zamanları yoktur.” Onlar her zaman bir gayret içindedirler, çünkü “İyi iş her zaman gayretle yapılır ve bu gayret birkaç defa tekrarlandığında, o iş alışkanlığa dönüşür artık.”

2- Fedakârlık
“Hayatın tek gerçek mutluluğu, başkaları için yaşamaktır” ve “Bireysel ve toplumsal yaşamda tek kural vardır: hayatını iyileştirmek istiyorsan, onu adamaya hazır ol”, zira “Her kişi bilir ki, insanlarla kendisini ayıran şeyleri değil, onlarla kendisini birleştiren şeyleri yapmalıdır.”
Fedakârlıktan kasıt, başkalarının iyiliği için yaşamaktır, çünkü “İyilik, ancak fedakârlık olduğu zaman iyiliktir” ve “İyilik, hayatımızın sonsuz, yüce amacıdır. İyiliği nasıl algılarsak algılayalım, hayatımız, iyiliği hedefleyip ona doğru ilerlemekten başka bir şey değildir.”
“Bütün hayatın için bir amacın olsun, belli bir zaman için bir amaç, yıl için bir amaç, ay için, hafta için, gün için, saat için ve dakika için; büyük amaçlar uğruna küçükleri feda ederek yaşa” ve unutma ki “Hayat, iyilik ve mutluluktan başka bir amaç güdemez. Sadece bu amaç yaşamayı hak ediyor.”
“İyiliği telkin etmenin en güçlü şekli, iyi bir hayat örneğidir” ve “Sadeliğin, iyiliğin ve doğruluğun olmadığı yerde, yücelik yoktur”, nasıl ki “Bir ressamın, insanların sıkıntılarını görüp üzülmesi ve paylaşması yerine, onların sıkıntılarını resmetmek için gözlemlemesi çok garip ve ahlak dışıdır”, öyle de “Bir güvercinin iyiliği, bir erdem değildir. Güvercin bir kurttan daha erdemli değildir. İyilik, gayretin başladığı yerde başlar”, çünkü “İyi kalplilik olmadan, en iyi özelliklerin bile değeri yoktur ve en kötü kusurlar onunla kolayca affedilebilir.”
“İki istek vardır ki, onların gerçekleştirilmesi insanın gerçek mutluluğunu oluşturur: faydalı olmak ve rahat bir vicdana sahip olmak”, yani “Beden için sağlık neyse, ruh için de iyilik odur. İyilik, ona sahip olduğunda fark edilmez, ama her işte başarı getirir.”
“Seni manevi açıdan yücelten şeyleri yap sadece. Emin ol ki, ancak bu şekilde her şeyden çok topluma faydalı olabilirsin” ve unutma ki, “Başkaları için yürekten yaptığın her iyiliği, her zaman kendin için yaparsın”, öyleyse dikkat et ve “İyiliği gizlice yap, açığa kavuştuğunda ise utan. Ancak bu şekilde iyilik etmenin mutluluğunu öğrenebilirsin.”

3- Sevgi
“Gerçek aşk, bir kişiye karşı sevgiden ziyade, ruhun herkesi sevmeye hazır olması halidir”, demek ki “Sevgi, ruhun varlığıdır. Sevgi, insana karşı olan bütün kötü duygulardan, rahatsızlık ve ironiden arınmalıdır”, öyleyse “İnsanların davranışlarını iyi ve kötüye ayıran tartışılmaz bir alamet vardır. Eğer o davranış insanlar arasındaki sevgi ve birliği artırıyorsa, iyidir; düşmanlık ve ayrılık çıkarıyorsa, kötüdür.”
“Sevgiyi sorgulamak, sevgiyi yok eder”, dikkat edersen, “Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aile ise kendince mutsuzdur”, çünkü “Hakiki evlilik, sevgiyi aydınlatandır ancak.”
“Sevmek, başkasının ruhuna geçmektir, onun arzularıyla yaşamaktır”, yani “Sevmek, sevdiğinin hayatıyla yaşamak demektir”, evet “Sevmek güzeldir, ama sevilmek mutluluktur”, belki de bu yüzden “Her zaman iyi olduğumuz için sevildiğimizi düşünürüz. Fakat aklımıza gelmez ki, sevilmemiz, bizi sevenlerin iyi olmalarından kaynaklanıyor.”
“Dünyaya, insanlara sevgiyle bak, onlar da sana aynı şekilde bakar”, görüldüğü gibi “Herkesin mutlu olması için bir çare var: herkes kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa, başkalara da öyle davranmalı.”
“Sevgi ölümü yok eder ve onu boş bir hayalete dönüştürür, aynı sevgi hayatı anlamsızlıktan anlamlı bir şeye çevirir ve mutsuzluktan mutluluk yapar”, öyleyse “Sevmek, hayat yaratmaktır” ve bil ki “Sevgi neredeyse, Tanrı oradadır.”

Sonuç
Hayatın amacı olan mutluluğun üç anahtarı çalışma, fedakârlık ve sevgiyi doğru bir şekilde anladığımızda ve yaşamımıza aktardığımızda, Tolstoy’un Astapovo istasyonunda bıraktığı sahipsiz bayrağı yeniden dalgalandırmış olacağız. Bunun için kendimizi eğitmeye ve geliştirmeye adamamız şarttır.

Kaynaklar:
http://www.levtolstoy.ru
http://www.wisdoms.ru

Hakkında Özgür ŞAHİN

Türkiye'nin en büyük kişisel gelişim sitesi olan kendinigelistir.com projesinin sahibidir. 2006 yılından bu yana #kişiselgelişim alanında birçok yeniliği bünyesinde bulundurduğu sitede "beden dili, iletişim teknikleri, başarı hikayeleri, motivasyon teknikleri, özgüven gelişimi" gibi bir çok ana tema üzerine yazar, çizer, karalar, öğretmeye çalışır.