Anasayfa / Motive Olmak / Bir de bunlar var! / Çiçekli şiirler yazmak istiyorum bayım!

Çiçekli şiirler yazmak istiyorum bayım!

Gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver… Şöyle atıp koyu grileri-siyahları sabahtan, sarı bir kaşkol atabiliyor musun boynuna, ondan haber ver… Koyma bir kenara yüreğini, aç kapılarını, gelene geçene yol verme girsin diye içeri ama gömme başını toprağa bir çift güzel göz uğruna. Bilirim yine yeşerecek bir çiçek bulursun bir dalda ama aklını kaybedecek bir aşk varsa avuçlarında, bırak aksın yollarına. Yağ geç, yık geç, kimse inanmazsa inanmasın. Sen inan yüreğine, hem ona geçmezse kime geçer sözün? Büyü büyü… Bak ellerin ayakların kocaman. Aklın da maaşallah yerinde, e ne diye tutarsın yüreğini uçmasın diye. Akıllı ol, yüreğin gelir peşinden, boşver yaşı başı, takılmışsın yüzündeki gözündeki çizgilere.

O çizgilerin yüreğine neler kazıdığını düşün, atmak mı istiyorsun kendini bir dereye soğuk bir kış günü, öl gitsin… Parayı pulu savurup, bir balıkçı köyünde balık tutmak mıdır isteğin, savrul gitsin… Boş ver be yaşı başı, kim tutar seni kim, kendi yüreğinden başka kim? Aklını al da öyle git, ister bir duvara, ister bir odaya, ister kıra bayıra vur da git.

Dert etme ellerini, onlar da gelir seninle bırakmadıkça birine. O biri de gelir gerçekten istediğin oysa, seveceksen ve öleceksen uğruna… Yaşa be, yaşa da öyle git, gireceksen toprağa… Yaş 70′ e gelse bile, hayat daha bitmemiş sen mi biteceksin? Çekeceksen bile bayrağı, yaşadım ulan! dibine kadar diyemiyecek misin?

Kimbilir Can Yücel’in bu şiirde yazdığı gibi belki hayat bize bir şeye başlama çağrısı yapıyordur,  içsel veya dışsal bir arayış yada mevcut bir şeyin onarılmaya  veya yenilenmeye olan ihtiyacının farkedilmesi gibi.

Hayat bizden şu anda harekete geçmemizi ve kendimizi ele almamızı, kendimize güvenimizi tazelememizi istiyor olabilir, çizdiğimiz sınırların dışına çıkmamız gerekebilir.

Belki de sınırlayıcı inanca dönüşmüş düşünce kalıplarımızı yıkmamızı ve “mükemmel” olma sevdamızdan vazgeçmemizi, daha esnek olmamızı istiyor olabilir hayat. Şu sıralar kiminle konuşsam bir mükemmel olma telaşında. Hissediyorum söylenmese de!

Mükemmeliyetçilikten” vazgeçmemiz bizi mutlu olmaya bir adım daha yaklaştırabilir diye düşünüyorum. Çünkü “mükemmel” kelimesi kulağa hoş gelip egomuzu sıvazlasa da, aslında pekçok arsızca duyguyu da yanında getirir. Huzursuzluk, telaş, panik, korku, stres, ego, kapris,  narsizm, mazoşizm, kıskançlık, onay bekleme gibi…

cicekli siirler“Mükemmelim” cümlesi soru cümlesidir, meydan okumadır aslında çoğu kişi için. Farkında bile değildir söleyen ama  “ee sen nasılsın bu konuda?” sorusunu gizlice barındırır içinde. Tıpkı çoğu kişi için “seni seviyorum” cümlesinin soru olarak  kullanılması gibi. Sevdiğimizi söyler ve bekleriz,  “ya sen ya sen beni seviyor musun?” diye bakarız karşı tarafın gözlerinin içine ve o an kurgulamalar, senaryo yazmalar başlar! Hatta hızımızı alamayıp “peki sen beni sevmiyor musun?” diye sorarız! Çünkü cevap vermiyorsa, sevdiğini söylemiyorsa kesin sevmiyor demektir ya! Sevse susmazdı çünkü… Peki başka konularda insan sustuğu, cevap vermediği zaman ilgili konuyu onayladığı şeklinde yorumluyoruz da “seni seviyorum” dediğimizde karşı taraf susunca bunu niye “a bak seviyor” diye düşünemiyoruz! Bu nasıl yaman çelişkidir kendi içimizde yaşadığımız…

Geçen akşam bir kız arkadaşımın eşi iş seyahatine gideceği için onu havalimanına bıraktık birlikte. Vedalaşırken arkadaşım eşine “orada yaramazlık yapmazsın, beni aldatmazsın dimi, bak hissederim ona göre” dedi, sonra ikiside güldüler. Bende ikisine güldüm! “Görüyormusun nasıl mükemmel bir ilişkimiz var, herşeyi konuşabiliyoruz, herşeyi aştık biz” dedi bana. Doğru dedim içimden, saygıyı bile aşmışsınız! İçimdekini sonra uzun uzun konuştuk onunla. Bazı soruları sormamak gerekir bana göre, hele cevabından asla emin olamayacağımız bir düşüncenin sorusunu!

Ben mükemmelliyetçi değilim. Mükemmelliyetçilik Osho’nun deyimiyle tüm nevrozların sebebidir ve bu fikirden uzaklaşmadıkça asla akıllı olamayız! Mükemmelliyetçilikde, olması gereken kurallar+kalıplar ile olmaması gerekenler vardır.  Bu şekilde yaşamak bana göre çok sıkıcıdır,  çoğu zaman kurallara uymak tercihimdir ancak bu bir kalıp içerisindeyse beni gerer, eğer uymuyorsam  kendimi suçlu yada günahkar gibi hissederim. Bu düşünce de mevcut ortamda huzursuz yada başarısız olmamı sağlayabilir.

O yüzden sevmem mükemmel olmayı, yaptığım işi en iyi şekilde yapmak için uğraşırım, kendimi sürekli geliştirmek  için uğraşırım ancak bu mükemmel olmak için değildir. Arada ince bir çizgi var!  Tıpkı zeki insanla bilge insan arasında olduğu gibi. Çoğu zaman “zeki insan” söylemini kulanırım, birlikte  vakit geçirmeyi sevdiğim insanları tanımlarken. Ancak benim kullandığım “zeki” kelimesinin iq ile yada  mükemmel insan olmak ile ilgisi yok. Beni kimsenin zekası ilgilendirmiyor. Kimseyle oturup havuz problemi çözecek halim yok bu saatten sonra(: Yada bilgi yarışmasına katılacak halim!  Benim bahsettiğim zekilik aslında bilgelik gibi birşey.  Bilgi sahibi olmakla bilge olmak çok farklı şeyler.  Biraz zihinsel çabayla, az biraz çalışmayla bilgi sahibi olabiliriz bu kolaydır. Hafıza denilen bir sistemimiz var, artık onun şifreleri de çözüldü desem yeridir. Öyle teknikler var ki biraz gayretle  ciltlerce ansiklopedik bilgiyi hafızamıza doldurabiliriz.

Ama bilgelik doldurulabilecek öyle birşey değildir çünkü o zihn aracılığıyla oluşmaz. O kalp ve sevgi aracılığıyla doğar,  mantık aracılığıyla değil.

Kalp, sevgi ve güvene açık olduğunda, bütüne teslim olduğunda içimizde yeni tarzda bir anlayış doğar. Hayatta ne olduğumuzu,  kim olduğumuz ve bütün varoluşun baştan beri neden burada olduğuyla ilgili çok müthiş bir anlayış bir netlik oluşur. Tüm sırlar açığa çıkar ama bu sevgi aracılığıyla olur, mantıkla değil, kalp aracılığıyla olur, akılla değil!

Ve bir kez kalple gelen “bilgeliğin” ne olduğunu anladığımızda işte o zaman zihnimizde birikmiş bilgileri, bilgeliğin hizmetine sunabiliriz. Fakat bunun için önce kalp yoluyla gelen bilgeliği  anlayabiliyor olmamız gerekir!

Osho “bilgi haberdar eder, bilgelikse değişimi getirir.” der.

İdris Şah,
“İnsanın işi öğrenmektir. Deve insandan güçlüdür; fil daha büyük, aslan daha yiğit. İnsanın işi ise öğrenmektir bu alemde.” der. Yani bilgi öğrenmek, haberdar olmak için gereklidir/sadece.

O yüzden çok şey/bilgi biliyor olmak bana göre çok önemli değil. Önemli olan bildiklerimizle ne yaptığımızdır!

Tıpkı çok paramız olup da onunla ne yaptığımızın önemli olması gibi. Zengin! insanlara bakıyorum, çoğu çok mutsuzlar. Çok büyük evlerin sadece 1 odasında kedileri yada köpekleriyle birlikte yaşıyor bayan olanlar. Elbet bunun bir sebebi vardır ki bu irdelendiğinde genelde altından “can yanması” çıkıyor. Kapatmayı tercih ediyorlar kendilerini, diğer insanlara ve sevgiye. Sanıyorlar ki bir hayvanı sevmekle bir insanı sevmek/sevilmek aynı şey. Değil ki oysa!

Erkek olanlarınsa bedenleri belki her anlamda çok yoğun ve doygundur ama ruhları aç, mutsuz, çelişkiler  ve soru işaretleriyle dolu. Tüm alem sığmışda, bir kendileri sığamamışlar o yüreklerine! Ah ne acı!

“Yolundaydı her şey ben bile yolundaydım
ama kıyıya vardığımda
kendimi unuttuğumu anladım
karşı kıyıda…”
İ.Tenekeci

Aşk yok, sevgi yok dolayısıyla mutluluk,  sonuçta da iç huzur yok. Sürekli kendileriyle konuştukları için sessizlik yok.

En iyi şey içteki sessizliktir. Ondan sonraki en iyi şeyse sevgidir, kokudur, ruhu aydınlatmaktır, sevgilinin rengine boyanmaktır, istanbul’dur(ben h’istanbul derim hep), denize ulaşmaktır, hem denizi hem sevgiyi içine çekmektir, okunacak kitapları okumaktır, şiir yazmaktır, dans etmektir,  iyilik yapmaktır karşılıksızca, dinlemektir, geriye güzel şeyler bırakabilmek için projeler yapmak bunları hayata geçirebilmek için gerekirse gece gündüz keyifle çalışmaktır, anlayıştır, hoşgörüdür, birbirine benzeyen iki insan olmak değil de birbirini dengeleyebilen tamamlayabilen iki insan olabilmektir, dilinin ucunda ne varsa ona inanmaktır, fotoğraf çekmektir, biraz göçebe olmaktır, geleceği planlarken bu an’ı da heyecanla yaşayabilmektir,

“Hızla giden bir taksiyi durdurup şoföre saat sormak…
Benim hayatım böyle bir şey olmalı.”
İ.Tenekeci

Sevgiyle çoğalmaktır, nefes almaktır, düştüğünde çocuk gibi “acımadı ki” diyebilmektir yaygara koparmak yerine,  özlemekle usanmanın arasındaki dengeyi kurabilmektir, o’ nun ipiyle kuyuya inebilmektir-güvenmektir-, “benimle tamamlanacak bir şeye benziyorsun” diye içinden düşünmektir, bazen susmaları dinlemektir, rüyanın değil uyanıklığın tabirliğini yapabilmektir, gece batsa da sabah doğabilmektir, dillerde öykü olabilmektir,

“Bir öykümüz olsa, duyan öyküsü sansa.
Öykümüz böylece dallanıp budaklansa.”
Özdemir Asaf

Ve tıpkı içindeki Tanrı ruhunu keşfeden insan gibi  huzuru, dinginliği, sessizliği yakalayabilmektir, bedenimizin etrafını saran kabukları kırıp içindeki ruha ulaşmak , “herşeye rağmen yaşamak güzel”  diyebilmektir…

Anlatacak hikayelerim bitmedi henüz Anlaşacak dostlarım tükenmedi, Yorgunluk kırgınlık hepsi gelir geçer Her şeye rağmen yaşamak güzel.

Sevgimle, çiçekli şiirler yazarak ve aşk’ la kalın!

“Saçların karayken yaşa sevdayı!”
Akira Kurosawa

“I say never be perfect, i say never be complete.”
Tyler Durden

“Çiçekli şiirler yazmak istiyorum bayım!” Sana doğru çekiliyorum!

Yazan : Hülya KONAR

Hakkında Özgür ŞAHİN

Türkiye'nin en büyük kişisel gelişim sitesi olan kendinigelistir.com projesinin sahibidir. 2006 yılından bu yana #kişiselgelişim alanında birçok yeniliği bünyesinde bulundurduğu sitede "beden dili, iletişim teknikleri, başarı hikayeleri, motivasyon teknikleri, özgüven gelişimi" gibi bir çok ana tema üzerine yazar, çizer, karalar, öğretmeye çalışır.