Evden acele ile çıkmıştım. Koşar adımlarla metroya doğru ilerlerken bir yandan öğrencilere vereceğim dersin plânını yapıyor, bir yandan da çiseleyen yağmurda ıslanmamaya çalışıyordum. Yürüyen merdivenlerle yeraltı treni istasyonuna indim. Trenin gelmesine iki üç dakika vardı. Bu treni kaçırırsam, on dakika daha beklemem gerekecekti ve dersime geç kalacaktım. Adımlarımı sıklaştırmaya, neredeyse koşmaya başladım. Elimde çanta olmasa, belki de koşacaktım.
Metroda benimle ayni yönde ilerleyen birisinin elindeki uzunca değnekten çıkan, “tak, tak, tak” sesleri, telaşımı ve kafamdaki düşünceleri birden unutturdu. Belli ki, onun da acelesi vardı. Sırtındaki büyükçe çantası ve elindeki değneği ile neredeyse benim kadar hızlı adımlarla ilerliyordu. Biraz dikkatlice bakınca bu kişinin bir bayan ve ayni zamanda “görme özürlü” olduğunu anladım. Kendi kendime, “Acaba onun telaşı neden?” diye sordum. Belki de dünyayı hiç görmemişti. Özürlü haliyle tek basına ilerlese de: tavırları ve yürüyüş sekli ona, kendisine çok Güvenen bir insan görünümü veriyordu. Acaba acele bir isi mi vardı?
Bir anlık her şeyi unuttum. Sanki her şey ağır çekimdeymiş gibi hareket etmeye başladı. Onun, değneğiyle sağını solunu kontrol ederek önüne çıkabilecek engelleri anlaması, kendine yol açması, belki de yasama azminin bir göstergesi idi. Merdivenlere yaklaştığımızı hissettim. “Acaba merdivenlerden inerken kendisine yârdim etsem mi?” diye düşünürken, o merdivenlerden inmeye başladı. Sanki dünya dümdüz olmuş, karşısında hiçbir engel kalmamış gibi merdivenlerin sonuna geldi. Acaba, değneğinin uçunda onu yönlendiren bir şey mi vardı, ya da bu bayan bir saka mı yapıyordu? Kafamdaki düşünceleri toparlamaya çalışırken, metronun durağa geldiğini fark ettim.
Merakîm beni bu bayanın yanına çekti ve onunla ayni kompartımana bindim. Oturduğu koltuğa iyice yerleştikten sonra, değneğini katlayıp hızlı bir şekilde çantasının ön bölmesine koydu. Çantasının başka bir bölmesini açarak, büyükçe bir şeyi çıkarmaya çalıştı. Acaba bir yürürçalar veya yiyecek-içecek gibi bir şey mi çıkaracak diye düşünürken, kalbimden de acıma duygularının yükseldiğini hissettim. Belki de dünyayı görmeyi ne kadar çok istiyordu; ağaçlar, evler, araçlar, insanlar ve gözler… Görecek o kadar çok şey vardı ki…
O an için kendimi çok ayrıcalıklı hissettim. Göz, dünyaya açılan bir pencereydi ve ben onların kıymetini fazla bilmiyordum. Ama ne kadar çok şey ifade ettiklerini o bana anlatıyordu.
Bayanın, çantasından çıkardığı kalınca, kitap türü bir şeyin gözüme ilişmesiyle bu düşüncelerimden sıyrıldım. Acaba o çıkardığı bir katalog muydu diyecektim ki, onun görme özürlü olduğu aklıma geldi. Derken sayfaları karıştırıp, parmaklarının uçlarıyla yoklayarak bir yerde durdu. Herhalde aradığı sayfayı bulmuştu. Hemen sağ elinin işaret ve orta parmaklarını kabarık işaretler üzerinde gezdirmeye başladı.
Kitap okuyordu… Fakat o görmüyordu ki… Birkaç saniye daldım… Kitap okumak yalnızca görenlere has bir şey değil miydi? Anladım… Artik o gözleriyle değil; kalbiyle, duygularıyla ruhuyla okuyordu… Ve kendimden utandım. Aylardır çantamda taşıdığım ve üç beş sayfanın disinda pek okumadığım kitap geldi aklıma ve yıllarca hiç kitap okumayanlar.
Keşke onlar da, insani düşündüren, hatta utandıran su görüntüye şahit olsalardı.
Dünyada milyonlarca insan var… Ama okumak… Neden ben… Aniden kesik düşüncelerimden sıyrıldım. Bir sayfayı okuyup bitirmiş ve diğer bir sayfaya geçmişti. Parmaklarını kabarık işaretler üzerinde ustaca gezdirmesinden, bu ise yatkın birisi olduğu anlaşılıyordu. Demek ki iyi bir okuyucu idi.
Ama ne okuyabilirdi ki? Binlerce kitap, dergi ve gazetenin, görme özürlü olanlar için günlük, haftalık olarak hazırlanması belki de mümkün değildi.
Anonsun uyarısıyla, ineceğim durağa geldiğimi anladım. Daha dört dakika geçmişti ve bu kadercik kısa bir sürede dahi kitap okumak çok önemliydi. Bana bu dersi veren görme özürlü o kadın da kitabini çantasına koymaya ve durakta inmeye hazırlanıyordu. Az sonra tren durdu. Önce onun inmesini bekledim. Değneği ile onca insanin arasından “tak… Tak… tak…” sesleri ile ilerliyordu. Arkasından birkaç saniye baktım ve sanki değnekten çıkan o tak tak’lar beynimde, oku… Oku… Oku… Ve şükret diye yankılanıyordu.
Kaynak : Kişisel Başarı
Ne kadar hevesliydik okumaya ;o ilk harfleri hecelemeye calısırken okula basladigimiz yillarda.Hepimiz gelecegimizi şekillendirdik okuyup ögrendiklerimizle.Is hayatina baslayinca neden okumayi kestik.Insanin okumak için amaci olmasi lazim.Bir ideal; şu deryadan bir damla tadabilmek icin okumayi sürdürmeliyiz.Cok sükür gören gözlere ve cok sükür bize ilk ayeti oku diye baslayan Kitabı veren rabbimize.
şükretmeyi bilmeyen ve kaybetmeden deger anlamayanlar için
süper bir yazı,bazen yanıbaşımızda duran ama degerini bilmedigimz,kaybetsekte telafi edebielcegimzi zannettigimz zamanı iyi dergerlendirebilmenin en güzel ve en acıklı örnegi,paylaştıgınz için teşekkür ederim…..
okurken etkilenmemek mümkün değil aklımda canlandırdım ve sanki tüm benliğimle o an ordaydım. gerçekten şükretmeliyiz bize bahşedilenler için ve zamanı kötüye değil alayhimize değill lehimize kullanmalıyız…
aslında hayatımızda hiç birşeyin değerini bilmiyoruz.hele şükretmeyi hiç.boş yaşayan hayata boş gözlerle bakan o kadar çok insan var ki! bu yazıdaki kadın görme özürlü belki ama hayatı asıl gören o ve ona benzeyen insanlar bence.okumak bilgi sahibi olmak inasanın kendisini geliştirmesi kadar güzel bişey yok.cehalet bilgisizlik,insanın başına gelen en kötü durum bence ve bunu yenmek insanın kendi elinde.bakıp ta görmeyerek yaşamaktan kör olupta hayata boş bakmamak daha iyi dir belkide!
okumak bence görmektir düşünmektir anlamaktır duadır aslında kendine verecegin en güzel armagan başkasına verecegin en güzel hediyedir kitap
Sahip olduğumuz şeyler için şükretmesini bilmeliyiz, kıymetini bilmek için illa buna ihtiyacı olan birini görmemiz gerekmiyor.Bu yazıda bu birkez daha hatırlatıldığı için tşk.
Okumak dünyaya açılan penceredir.Daha çok okuyan ,merak eden,araştıran bir toplum olmak dileğiyle..