Koç bizi çağırdığında takdir eder etmez ama en azından endişeli bir halimiz yoktu. Hiç beklemediğimiz bir giriş yaptı: Siz ne yediriyorsunuz bu kıza? 12 yaşındaki kızımız Nehir ve takım arkadaşlarının geçen 3 ayda basketbol antrenman ve hazırlık maçlarında yediği fırçalara tanık olmuştuk ama eşimle buradan sayı yemeyi hesaba katmamıştık.
Fırçanın hemen ardından sporcu çocuk beslenmesi üzerine bir ders, öneriler, kaynaklar derken, Nehir’in basketbol sevgisi evde yeni değişimleri tetikleyerek bizi de içine almaya başladı. Hepimiz açısından dersler bununla sınırlı değildi. Neredeyse her akşam olmaya başlayan antrenman ve maç trafiği içinde bir defasında alı al, moru mor gelmiş, takımdaki en iyi oyunculardan birisi ile olan tartışmasını anlatıyordu. Bir daha onunla konuşmayacağını falan.. Sadece bir an için maç sırasında uygun pozisyonda olduğu anda takım için ona pas atmazsa neler olabileceğini kurgulamasını istedim. Daha o anda yüzüne bir sakinlik indi ve yarın gider gitmez barışma sözü verdi kendiliğinden.
Daha bu yaşta, tüm çocuksu hırsına rağmen takım için arkadaşın senden iyi ise, genelde veya o pozisyonda, topun değerini bilerek ona bırakmayı öğreniyorsun. Hırsını oyuna yansıtırken ölçüsünü kaçırıp faul yaparsan kenara oturmak gibi ders var mı? Faul yapınca elini kaldıracaksın; evet, ben yaptım diyerek ve sana uzatılan eli asla karşılıksız bırakmayacaksın; ne kadar sinirli ya da üzgün olursan ol… Aynı şekilde maç bittiğinde de tüm duygularını yaşarken rakibe de saygılı olacaksın.
Bu duygular arasında kazanmak kadar kaybetmek de var. Şimdiden kaybetmeyi, ertesi maçta belki de bir daha, bir daha kaybetmeyi ve sonunda kazanmayı öğreneceksin… Bu yüzden yine yeniden ve yılmadan antrenman, hem bireysel hem de takım olarak antrenman yapmanın değerine varacaksın… Maçın içinde de işler kötü giderken, bir topla çok şeyin değişebileceğini, aslında oyundan koparsan, vazgeçersen kaybettiğini anlayacaksın.
Basketbolda bu kadar ders varken, biz de bir akşam Murat Didin’i davet ettik Deniz Akademi’ye iş hayatına neler uyarlayabileceğimizi konuşmak üzere… Takım olmak, koçluk, yıldızları oynatmayı becermek diye konuşurken, salondan bir soru geldi; sporcu yetiştirmek üzerine: [highlight]Ebeveynler ne yapmalı, nasıl yaklaşmalı bu süreçte?[/highlight] Tesadüf bu ya antrenman çıkışı Nehir’de salondaydı ve Koç ona sordu: Kaç top çaldın? Kaç asist yaptın?, vb… Sonra da ekledi; genelde biz sadece kaç sayı attın diye soruyoruz. Oysa bu oyun bir bütün; bu yaşta oyunun tümünden zevk almasını, tümünün değerini kavramasını sağlamak önemli… Nehir üzerinden hepimiz de savunmanın, mücadelenin önemini bir kez daha kavrıyorduk. Savunmayı kurmadan maçı almanın imkanı yok!
Basketbol Nehir’in tüm hayatını etkisi altına almaya başladı; ders çalışma disiplininden, yemek yeme alışkanlıklarına, okulda revire gitme sıklığından, kendine ait zamanları yönetme biçimine.. Derken takımda Koç değişti. Koşarak giderken, ayakları geri geri gitmeye başladı. Elimizde imkan olunca, ebeveynleri olarak bize basketbol tutkusunu aşılayan Mehmet Ali Koç’un peşinden gidip takımını değiştirdik. Onun yaşadıklarından, yaşadıklarını bizimle paylaşma biçiminden bir kez daha takım yönetirken oyuncuların iç motivasyonunu, coşkusunu yukarıda tutmanın önemini deneyimledik. Fakat iş hayatında herkesin bu kadar şanslı olmadığı da bir gerçek..
[highlight]Artık basketbol bizim evde bir yaşam biçimi…[/highlight] Nehir bu oyunda neler yapacağına kendi karar verecek.. Fakat bu süreçte hem O’nun hem de hepimizin öğrendiği o kadar çok şey var ki…
Takımlarımız açısından spor alanında belki de en keyifli sonuçları aldığımız şu günlerde, Cimbom Avrupa’nın 2 no’lu kupasını kaldırmış, Fener Avrupa’nın en büyük kupasına inanılmaz bir geri dönüşle uzanmış ve 2 saniye kala bu yıl için rakibe bırakmışken, iş hayatında hepimizin basketboldan öğreneceği çok şeyler olmalı…
Yazan : Yavuz Elkin | Executive Vice President – HR & Deniz Academy at DenizBank