Gerçekten çoğu zaman bir işi fazlasıyla istemenin sonu hayırlı olmaz. En azından biz o zaman hayıra yorarız… Hayatımda tanıdığım en zeki, en disiplinli, işine en yüksek sadakat ve aşkla bağlı, başarılı insanlardan biri olan arkadaşımın geçen hafta canı pek sıkkındı. Uzun zamandır hayalini kurduğu bir iş için önemli biriyle görüşme yapmış, sonrasında kendini hiç iyi anlatamadığını ve de mülakatı yapanın hiçbir sorusuna tam olarak cevap veremediğini fark etmişti. Bir süre ‘zarar kontrolü’ yapabilir miyiz diye kafa yorduk. Yani görüşmenin ardından bir e-mail ya da telefonla bazı noktaları açıklaması ya da yanlış anlaşmaları düzeltmesi mümkün olabilir mi diye düşündük. Görüşmeye aracı olan arkadaşının tavsiyesiyle bundan vazgeçtik. İyi de geçmişiz zira bir hafta kadar sonra öğrendik ki mülakatı yapan kişi, arkadaşımdan inanılmaz derecede rahatsız olmuştu hatta “hayatımda bu kadar agresif ve geçinilmesi zor ikinci birine rastlamadım” bile demişti hakkında.
Arkadaşım hem bu yorum yüzünden hem de çok arzu ettiği işi kaçırdığı için (hem de gerçek olmayan nedenlerle) karanlık günler geçirdi. Hem görüşme performansı yüzünden kendisini çok hırpaladı hem de nasıl bu kadar yanlış bir imaj verdiğini anlamak için kafa patlattı. İkimiz de genel olarak duruma, özellikle de agresiflikle ilgili yoruma epey şaşırdık çünkü arkadaşım bırakın agresif olmayı, tanıdığım en uysal ve mülayim insanlardan biridir. Hatta ben merakla sordum: “Sana ne oldu da bu kadar kötü bir mülakat geçirdin ve hiç olmadığın gibi algılanabildin?” Arkadaşım bir süre düşündükten sonra basit ama çok doğru bir yanıt verdi: “Burçak, hayatta hiçbir şeyi çok fazla istemeyeceksin! Çünkü böyle hissedersen tüm korkuların ayağa kalkıyor ve kaybedeceklerinin endişesiyle içinden hiç tanımadığın bir canavar çıkıveriyor…” Gerçekten de bir şeyi gereğinden fazla arzulamak ya da sahip olamayacağını/elde edemeyeceğini düşündüğün anda dünyanın da kararacağına hükmetmek, hayatta en zayıf olduğumuz anlara denk geliyor. Bir işi, ilişkiyi, arabayı, evi, ödülü, takdiri mutluluğumuzun devamı sanki buna bağlıymış ve olmazsa artık hiçbir şey eski renginde olmayacakmış gibi hissederek arzu etmek bir yanıyla bizi tutkulu, tuttuğunu koparan, ne istediğini bilen bir insan kılabilir. Ama bunun bir yanıyla da ciddi bir tuzak olduğunu görebilmek, hayatın/evrenin/Tanrı’nın bizim için bambaşka planları olduğuna dair bir inanca yer bırakabilmek hayatla pazarlık gücümüzü artıran bir bakış açısı olabilir gerçekten. Kendi hayatıma ve etrafıma baktığımda açıkça görüyorum ki ne zaman yumurtalarımı tek sepete koysam yani bir şeyi, onun dışındaki her şeyin yanında sönük kalacağına inanarak istiyorsam mutlaka bir engel çıkıyor. Genelde de bu engel benim yaptığım taktiksel bir hatadan, erken adım atmaktan ya da fazla istekli olduğumu, ‘B’ planımın cazip olmadığını karşı tarafa hissettirmem kaynaklanıyor.
Üniversite sonrası iş görüşmeleri yaparken örneğin, alınmayı çok istediğim işlerin hepsi tek tek elimden kayıp, yarım kadar hevesli olmayan adaylarca dolduruldu. Bana teklif edilen işse en ufak aklımda olmayan, mülakatına bir dizi yanlışlık sonucu girdiğim, eğitimime ve ilgilerime hiç uymayan bankacılık oldu. Elimdeki iş görüşmesi listesinde, randevu saatinden sadece 15 dakika önce bir bankanın hazine müdürüyle randevum olduğunu fark ettiğimde bir an tereddüt etmiştim. Cep telefonlarının henüz esamesinin okunmadığı bir dönemde ya gitmeyecek ve o randevuyu ayarlayan kişiyi zor durumda bırakacaktım ya da gidip kibarca ‘pardon, yanlışlık oldu’ diyecektim.
İkinci yolu seçtim ve dönemin çok havalı, etrafına epey korku ve karizma aurası salan hazine yöneticisinin deri kanepesine kurularak şöyle dedim: “X bey beni yanlışlıkla size göndermiş oysa ben bankacı falan olmak istemiyorum. Zaten eğitimim de hiç uygun değil. Son anda fark ettiğim için ayıp olmazsın diye geldim, bir kahvenizi için gideceğim!” Karşımdaki şaşırsa da “peki” diyip bize iki Türk kahvesi ısmarladı. O bankadan tam dört saat çıktım. Beş genel müdür yardımcısıyla iş görüşmesi yaptım ve o ana kadar aldığım en iyi iş teklifiyle ayrıldım. Tüm bunlara neden olan şey ise benim rahatlığımdan başka bir şey değildi.
Kahvelerimiz bitene kadar yaptığımız ve benim için hiçbir performans kaygısı gerektirmeyen sohbet sırasında adamcağız iyi bir bankacı olabilmek için gerekli olduğuna inandığı üç şeyi bende görmüştü:
1. Espiri yeteneği
2. Kendine güven
3. Pratik zeka…
Bankacılık kariyerimin sadece bir yıl sürmüş olması, bana hayatımın en mutsuz günlerini yaşatması ve yangından kaçar gibi bu sektörden kaçmam bu üç özelliğin bende olmadığına mı delalettir yoksa görüştüm kişinin bankacılık kriterlerinde isabet sağlayamadığına mı tam bilemiyorum ama sonuçta her şeye rağmen o görüşmeyi, hayatımın en iyi iş mülakatı saymaya devam ediyorum. Ve sonuç olarak bir şeyi, diğer her şeyi gölgede bırakacak kadar çok istediğim her anda da alternatif sahibi olmanın önemini hatırlamaya çalışıyorum. Çok arzu ettiğim şeyin yerine gelmemesinin benim hayat yolculuğumda henüz bilmediğim bir anlamı olabileceğini göz ardı etmemeye de özen gösteriyorum. Bu sayede biraz pazarlık gücü sahibi olduğuma ve bir şeyi çok istemenin lanetinden -hiç değilse bir nebze- muaf olduğumu sanıyorum.
Aylık ekonomi dergileri satışları
Bazıları hatırlayacaktır bir süre öncesine kadar bu köşede aylık iş ve ekonomi dergilerinin satış rakamlarını yayınlıyordum. Rutine binmek korkusuyla bir süredir buna ara vermiştim. Ancak son zamanlarda pek çok kişi bunu neden bıraktığımı sorunca ve satış rakamlarını takip etmek istediklerini ifade edince yeniden başlamaya karar verdim. Aşağıda göreceğiniz rakamlar, Doğan Medya Holding’in Yay-Sat’ı ile Turkuvaz Medya Holding’in Turkuvaz Dağıtımı’nın ortak raporundan alınmıştır ve elimizdeki en son veri olan Mayıs 2012 satışlarını yansıtmaktadır
FORBES 17,747
FORTUNE 9,456
CAPITAL 7,129
CNBC-E BUSINESS 3,395
PLATİN 2,306
INFOMAG 1,057
EKOVİTRİN 266
Yazan : Burçak Güven / İşte İnsan