Internetle 1990’ların başında tanışmış, ilk emailini 1991 yılında almış biri olarak, teknolojiyle dostluğum, ona olan sevdam derindir. Gelişmeleri genelde herkesten önce takip etme ve uygulama gibi bir huyum da var. Bu özelliğin tek sıkıntısı, heyecanı paylaşmak için bilginin yayılmasını beklemek. Yenilikler yaygınlaştığı zamansa değişimi izlemek çok ilginçtir.
Örneğin, Newsweek dergisinin 5 Ekim sayısında Sharon Begley yine nefis bir makale kaleme almış. Yazım stili beni çok etkiliyor. Kompleks bilimsel çalışmaları basite indirgeyerek yazmasıyla ün yapmış biri Begley. Yazısında ‘dijital yerliler’ yani dijital dünyaya doğanlarla, ‘dijital göçmenler’ –dijitali sonradan öğrenenler- arasındaki farktan bahsetmiş. Araştırmalar, dijital göçmenlerin yüz ifadelerini okumakta dijital yerlilerden daha başarılı olduklarını göstermiş. Beyin fonksiyonlarında dahi farklılıklar gözlemlenmiş. İlginç değil mi?
Ben meraklandım. Özellikle bu aralar M.A. Counseling Psychology programımın zorunlu bir dersi olan Biopsychology kitabını okuyorum. Beynin nasıl işlediğini daha detaylı öğreniyorum. Doğrusu normalde açıp okumak isteyeceğim bir kitap değil bu, istediğimden fazlasını öğretiyor. Ama beyin hareketlerinin davranışa etkisini daha net görmek, hiç gözümün önüne dahi getiremeyeceğim mental sorunların varlığı ve sebeplerinden haberdar olmak tolerans eşiğimi çok daha yukarılara fırlattı birden. Yine de bu kitap yazılırken dijital yerlilerin ortalıkta olmadığı konusundaki inancım tam. Zira, anlatım dili dijital yerlilerin çok sık yaptığı bilgi ‘taramasını’ zorlaştırıyor!
Gelişen yeni teknolojilerin birey davranışlarına etkisi, profesyonellerin birçoğunun kişisel marka yaratmak üzerine yaptığı vurguyla birleşince, kendini gereğinden fazla önemseyen topluluklar mı ortaya çıkıyor diye düşünüyorum. Sosyal medya ortamında kendini ifade etme telaşında olan bizler, ister istemez egomuzu daha da mı şişiriyoruz acaba? 20’lerinde yeni mezun, birkaç yıllık iş deneyimi olan, hayatın başında sayılabilecek bir grup kişi ‘guruvari’ yaklaşımlarla kendilerini, görüşlerini, inançlarını, kendilerine göre fantastik hayatlarını anlatırken, kendilerini olduğundan fazla değerli hissediyor olabilirler mi?
2 hafta önce Hürriyet Daily News’daki köşe yazımda ‘spotlight effect’ den bahsetmiştim. Okumanızda fayda var. Spotlight effect, başkalarının kendi yaptığımız şeylere tahmin ettiğimizden daha fazla önem veriyor/dikkat ediyor/değer gösteriyor olduğuna inanmayı ifade ediyor. Bir nevi spotlight effect yaşıyor olabilir miyiz cümle alem?
Bu sanal ortamda olduğu için kitlelerin takip ettiği kişilik, izlenilen, beğenilen biri olduğumuz hissi acaba kaçımızı olduğundan daha fazla önemli hissettiriyor? Facebook’da durum güncellemesi yapıp herkesin okuduğunu düşünmek, twitter’da konuşmalarımızı herkesin dikkatlice ve hiç kaçırmadan takip ettiğine inanmak, bizleri ne tür bir kişilik haline dönüştürmekte?
Tüm bunlar şimdilik sorgulama olarak kalırken, bildiğim tek bir şey var, o da sosyal medya platformlarının hepimize güzel ve başarılı işler yapma fırsatı verdiği. Bu fırsatı başarıyla kollayanların da önlerinin açık olduğu…
Belki egonun limitleri de ara ara zorlanıyordur bu platformlarda ama online görünürlüğü olmayan kişiler hakkında ‘pek de önemli değil’ algısının da kuvvetlice var olduğu bir gerçek. Madem bu platformları kendimiz ve belki de kariyerimizle ilgili faydalı işler yapmak için kullanıyoruz, o zaman Sharon Begley’e kulak verelim. Dijital yerliler ve dijital göçmenleri hatırlayıp, aralarındaki davranışsal ve düşünsel farkları gözlemleyelim. Sonra da bu bilgileri, yönetsel gücümüzü geliştirmek için kullanalım.
Yazan : Fatmanur ERDOĞAN / kariyeryolculugu.com
Kendini gereğinden fazla ciddiye almamak lazım bazen. Teşekkürler.