-Nasılsın?
-İyiyim, teşekkürler. Ya sen?
-Ben de iyiyim…
Yukarıdaki diyaloğa her gün en az 5 kere maruz kalıyoruzdur.
Soru basit: Nasılsın?
Genelde sorular basit olur. Kolay olur. Soru soran rahattır. Gerilmesine neden olacak bir şey yoktur ortada, çünkü soru soruyordur. Soru işaretini elinde tutar ve ister ki bir cevap gelsin ve kafasını karıştıran şeyi noktalı hale getirsin.
Olmadık yerde, olmadık yerden biri bize soru sorabilir. Biz de kendimizi hazırlarız, gazeteler, kitaplar okuruz, araştırırız, gözlemleriz, biz de başka bir bilene sorarız. Hep ama hep çalışırız. Bilmek isteriz.
Ama öyle bir kategori var ki soru oradan geldi mi kalakalırız. Havaya, sağa, sola bakarız belki. Bazen de hafifçe gülümseriz ve “beklemediğim bir soru oldu” deriz yalnızca. Ya da “hiç düşünmemiştim” şeklinde akar dudaklarımızdan kelimeler. Sizce hangi kategorideki sorular bizi bu kadar savsaklatıyor dersiniz?
Çoğunuz hayatınız boyunca mutlaka en az bir kez mülakata katılmışsınızdır. Hemen o ana dönmeye çalışın. Hatırladınız mı? (hatırlamadıysanız bir süre düşünün lütfen)
Güzel…
Peki şimdi de en çok takıldığınız anı düşünün. Bulabildiniz mi?
Sizi daha fazla yormadan ben hatırlatayım.
- Sizi neler motive eder?
- Başarılarınızda etkili olan yönleriniz nelerdir?
- Geliştirmek istediğiniz kişisel özelliklerinizden bahsedebilir misiniz?
Önce bir süre cevap verememiştiniz değil mi?
Mülakatı bir kenara bırakalım. Hatta sizli bizli konuşmayı da bir kenara atalım, ne dersin?
Zor günler geçiriyorsun. Dokunsalar hıçkıracak duruma gelmişsin. Herkes üzerine geliyor. İşinden ya da sevgilinden ayrılmışsın. Dostların, ailen adeta birer soru fabrikası :
- Peki şimdi ne yapacaksın?
- Taşınmayı düşünüyor musun?
- Yeni iş başvuruları yaptın mı?
- Ne olacak bundan sonra?
Sorular kolay değil mi? Cevaplar net. Ama kapıdan biri giriyor, elini yavaşça kenetlenmiş ve nerede sabitleneceklerini bilemeyen ellerinin üzerine koyuyor ve sana soruyor;
-Her şeyi bir kenara bırak ve bana bak. Asıl sen ne hissediyorsun? En derinlerindeki ses ne diyor?
Ve filmin koptuğu, gözyaşlarının aktığı an.
“Hiç düşünmemiştim ki” repliğinin tam da yeri. Soru zor yerden…
Planlarını, taslaklarını, tasarımlarını, dünü, yarını, yaşadıklarını ve yaşayacaklarını, matematiği, fiziği, kimyayı, Pazartesiye hazır olması gereken raporunu, projelerini, balinaların nasıl doğurduğunu, bilmem nerenin kültürel özelliklerini, gezegenlerin konumunu, firmanızın ilk 5 yıl içindeki hedeflerini koy bir kenara.
Her şeyin bir cevabı var, zor ya da değil, biliyorsun ya da bilmiyorsun. Üzülme, araştırır, öğrenirsin.
Unuttuğun bir şey var. O da “sen”
Evet, yukarıda saydıklarımın hepsi birbirinden önemli bilgiler. Hepsini bil. Ama kendini, ne istediğini, ne için yaşadığını, neleri sevdiğini, nelerden nefret ettiğini, ilgilerini, hayallerini de hatırla.
Sadece ovaları, vadileri, exceli, aritmetiği bilmen yetmez, çünkü en zor soru içimize gelen sorudur.
İçindeki kuyular, patikalar, yokuşlar senin için karanlıkta kalıyorsa, akşam yollarını aydınlatan sokak lambaları da hiçbir zaman yeteri kadar önünü aydınlatamayacak.
En büyük dersin sensin.
Şimdiden zihin ve kalp açıklığı dilerim.
Yazan : Tuğçe Güçnar Kengil | E-Koc