Gözlerinizi kapatın, derin bir nefes alın ve kendinize şu soruları sorun :
- Böyle giderse 10 yıl sonra nasıl bir hayat yaşıyor olacağım?
- Gelecekte kendimi nerede görmek istiyorum?
Şimdi biraz düşünün ve soruları cevaplayın, hatta cevaplarınızı yazın. En son ne zaman kendinize bunları sordunuz ve şu anda cevaplarınızı mı yaşıyorsunuz, yoksa …?
Bu soruları sorunca Alice Harikalar Diyarında’dan çarpıcı bir bölüm geldi aklıma. Hani şu Alice’in ormanda bir yol ağzına gelip nereye gideceğini bilemezken tavşana sorduğu soru: “Hangi yoldan gitmeliyim?“. Bu sorudan önce başka bir soruya cevap vermemiz gerekiyor: “Nereye gitmek istiyorum?“. Siz de Alice gibi “Bilmem” derseniz, tavşanın cevabını vereceğim mecburen; “Nereye gideceğini bilmiyorsan hangi yoldan gittiğinin hiçbir önemi yok“.
“Gelecekte kendimi nerede görmek istiyorum?” yani benim gelecek hedefim, hayalim ne? Benim bir hayalim var mı, yoksa bıraktım kendimi hayatın akışına sürüklenip gidiyor muyum? Son dönemde sıklıkla karşılaştığım durum bu; ne zaman bu soruyu sorsam cevap almakta zorlanıyorum. Çoğu genç arkadaşımızın net bir gelecek hayali ya da hedefi yok. Bazen de ihtimal olarak çok uzakta olan ve gerçekleştiğinde aradıklarının o olmadığını anlayacakları şeyleri hedef olarak söylüyorlar; çalışmamak, emekli olmak gibi. Yani bir nevi kendilerini hayatın akışına bırakmışlar, hayatlarıyla ilgili bir gelecek çabaları yok ve bu yüzden de anlamlı sonuçlar yaratmakta zorlanıyorlar. Onlara tam da böyle durumlarda sormak istiyorum: “Nereye gittiğinizin farkında mısınız?”
Gerçekten siz nereye gittiğinizin farkında mısınız?
Hedef olmayınca plan yok, plan olmayınca her gün birbirine benziyor, gelişim yok. Hayat yeterince zor, benim üzerinde etkim yok, “-mış gibi” yapmak, yani katlanmak lazım noktasındayız. Bunlar akıllardan geçen ve bazen de seslendirilen düşünceler. Sahip olmadıkları için çevresindekileri suçlayan, değişimin dışarıdan gelmesini bekleyen, gelişim için çaba sarf etmeyen ve o en baştaki soruları hiç düşünmeyen aklın eseri. Bu düşüncede olanlara kötü bir haberim var; yaşamınız için sorumluluk alıp harekete geçmediğiniz zaman daha büyük bir memnuniyetsizlik ortaya çıkıyor. Yaşadıklarınız ya da yaşayamadıklarınız için başkalarını sorumlu tutsanız da bu memnuniyetsizlik azalmıyor, memnuniyete asla dönüşmüyor.
Varoluşçu Terapinin önemli isimlerinden Viktor Frankl, İkinci Dünya Savaşı sırasında toplama kamplarında yaşadıklarını yazdığı “İnsanın Anlam Arayışı” kitabında Nietzsche’nin şu sözleri ile şaşırtıcı bir gerçekten bahsediyor :
[box type=”shadow” ]
“Yaşamak için nedeni olan kişi hemen her nasıl’a dayanabilir. Yaşamında hiçbir anlam, amaç, hedef göremeyen ve bu nedenle sürdürmeyi anlamsız bulan kişinin vay haline! Kaybetmesi uzun sürmeyecektir.”
[/box]
Bizim içinde bulunduğumuz koşullar toplama kamplarıyla karşılaştırılamayacak olsa da, umutsuzluk, anlam bulamama gibi konularla çok sık karşılaşabiliyoruz. Yine aynı kitapta Frankl diyor ki; “Bir insanın acı çekmesi boş bir odadaki gazın davranışına benzer. Boş bir odaya belli miktarda gaz verildiği zaman, oda ne kadar büyük olursa olsun, gaz odanın tamamına yayılır. Dolayısıyla insanın çektiği acının büyüklüğü kesinlikle görecelidir”. Şartlar ne olursa olsun, hayatın getirdiği acılara söylenmek yerine, onlara kafa tutarak hayallerimize yürüyebilir ve hayatımıza anlam yaratacağımız bir yön verebiliriz. Hayatlarımızın anlamlı olması için hedeflere, hayallere yani bir nedene ihtiyacımız var.
Hayatımızı anlamlandıracak o nedeni bugüne kadar düşünüp bulmadıysak şimdi tam sırası. Kendinize şu soruyu sorun yeter:
“Eğer hayatınız bir film olsaydı ve siz bu filmi seyrediyor olsaydınız, kendinizi nerede ve nasıl görmek isterdiniz?”
Bu soruyu cevapladıktan sonra, bunun gerçekleşebilmesi için o film kahramanının ne yapması gerektiğini artık biliyorsunuz demektir. [highlight]Zaman içinde değişirse o hayaller, senaryoyu yazan da, oynayan da sizsiniz, değiştirirsiniz. Yeter ki nedenimizi belirleyelim ve o nedene doğru yola çıkalım.[/highlight] Çünkü hayatlarımızı elimize almak ve kendi hikayelerimizin kahramanı olmak için harekete geçme vakti geldi.
Yazan : Ayşegül Tarazoğlu | Nar Eğitim Danışmanlık