Dave Ulrich ile 2008’de tanıştım. 15 yıllık ağırlıklı satış & pazarlama geçmişi üzerine İK alanına geçince bizim çocukların her gün defalarca yaptığı gibi İK’ya önce Google gözlüğüyle baktım. Tüm aramalar ona çıkıyordu. Uluslararası firmaların başlattığı rüzgarla büyük şirketlerin çoğu İK organizasyonlarını O’na yani Ulrich Modeline göre değiştiriyordu. Organizasyonunuz çağdaş mı değil mi sorusunun diğer bir versiyonu “İş Ortaklığı” pozisyonu sizde var mı? olmuştu.
Bizde yoktu ve olmadı. Olanlarla konuşuyordum; farkı ve katma değeri anlamaya çalışıyordum. Öyle ya İK işini bildiğim için değil, geçmiş deneyimden dolayı bu roldeydim.. İK alanında bu kadar deneyimli bir ekibe organizasyonu değiştirmeye ikna etmek için hem teorik hem pratik sağlam olmak gerekiyordu. Bu alanda yazılı, çizili pratik örneklere baktığımda veya işin sahipleri / ortakları ile karşılaştırma görüşmelerinde, işin bugünü ve geleceği yine kısıtlı bir alana sıkışıp, İK’nın geleneksel konularına dönüyorduk.
Şimdi de Ulrich’in o dönem ortaya koyduğu modele bakalım: 6 temel alana odaklanıyordu. İK, hizmet verdiği şirket veya ilgili bölümün derdini dert edinecek bir iş ortağı (1) hatta iş insanı gibi.. Ticari açıdan bakıldığında konumundan da öte, (2) stratejisini ve trendleri bilmek bir yana hatta yönlendirecek.. Buna göre organizasyon tasarımına (3) uygun yetenekleri çekecek.. Kültür ve değişim konusunda (4) sadece içeriye değil, dış müşteri ihtiyaçlarına da hakim olacak.. Teknolojinin de yardımı ile operasyonu (5) hatasız yürütecek.. Şirket içinde (6) güven esaslı bir iklim yaratarak tüm yöneticileri insan kaynaklarını yönetme konusunda aktif rol üstlenmeye teşvik edecek..
Yıllar sonra kendisi ile karşılaştık. 3 ay önce MCT’nin davetlisi olarak Londra’daki Thinkers50 etkinliğine katılmıştım ve konuşmacılardan birisi, Dave Ulrich’ti.. Hiç modelden bahsetmedi.. Değerler, kültür ve liderlik üzerine konuşup 10 dakikada sahneden indi.
Yakaladım kendisini ve modeli sordum. Değiştirdik, dedi.. Dünya genelinde 7. defa yaptıkları ve 30 binden fazla katılımla gerçekleşen anket çalışmaları sonunda günümüzün başarılı İK profesyonelleri için bu defa 9 alan sıralıyordu. Bunların ilk üçü olmazda olmaz ve tam da merkezinde çok yeni bir kavram vardı: Paradoks navigasyoncusu!! Tam bir Denizci tanımı! Gerçekten de her gün birbiri ile çelişen bir çok kavram arasında seçim yapmıyor muyuz? Kısa dönem performans ile uzun vadeli strateji, şirketin işveren temsilcisi rolü ile çalışanın avukatı olmak gibi.. Diğer iki olmazsa olmaz ise, önceden de olan, stratejik konumlayıcı ve güvenilir aktivist.. Diğer altısı mı? Kültür ve değişim şampiyonu, insan sermayesi geliştirici, toplam ödül yöneticisi, veri analizci ve yorumlayıcı, teknoloji ve medya entegratörü ve uyum yöneticisi.. Gel de Dave’i ve bu mesleği sevme!
Peki en önemlisi ne diye sordum İK profesyonelleri için.. Güven, dedi..
İK alanına girdiğimden beri ilk öğrendiğim ve belki de en çok kullandığım hikaye, Nasreddin Hoca’nın kazan ve tencere hikayesi.. Bir nedenden kazanın doğurduğunu bir kez kabul ederseniz, yarın ölmesine ses çıkaramazsınız.. Bu nedenle Deniz’de tüm kararlarda hep bu adaleti ve tutarlılığı ön planda tuttuk. Bir kere Denizci, her zaman Denizci ilkesi ile yollarımız ayrılacak bile olsa, her iletişimde hep karşılıklı güveni esas aldık.
Evde de durum farklı değil ki! Daha 4 yaşına varmamış Mira, işler biraz istediği gibi gitmesin, “bir daha asla sana güvenmem” deyiveriyor. [highlight]Mira’nın gönlünü kazanmak kolay, şirkette güveni bir kere kaybettiğinizde geri kazanmak ise çok zor..[/highlight]
Yazan : Yavuz Elkin | Executive Vice President – HR & Deniz Academy at DenizBank