“Ben”den “biz”e giden süreçte bağlılık en önemli yapı taşı. İlişkinin yürümesi açısından olmazsa olmazlardan olan bağlılık zamanla başka bir boyuta taşınabiliyor. Bağlılığın yerini bağımlılığın almasıyla ilişkiler alarm vermeye başlıyor… Evlilikler ya da uzun süreli beraberliklerin ilk ayından itibaren kimliğimizi farklı bir boyuta taşımaya başlıyoruz. Kendimizi unutuyoruz, alışkanlıklarımızdan vazgeçiyoruz, partnerimizle tek bir vücuda dönüşüyoruz.
Dudaklardan dökülen ‘ben’ kelimesi, yerini ‘biz’ kelimesine bırakıyor. Dünya benim için değil, bizim için dönüyor. Hayat, ‘Benim hayatım’ değil, ‘bizim hayatımız’ oluyor. Böyle gelmiş, böyle gider… Büyüklerin dediği gibi, bir elmanın iki yarısı olmak… Bu söz dünyadaki tüm ilişkilerde genel geçer bir kural. İlişkiler bu temel üzerinde yükseliyor. Evet, bir bütün olabilmek güzel de bunun da sınırları olmalı. Çünkü bu kez ilişkide bağımlılık sorunu ortaya çıkabilir.
Peki, neden birbirimize bu kadar çok bağlanıp birey olduğumuzu unutuyoruz?
Psikolog Aslı Akkan bu durumu şöyle açıklıyor: “Zaman geçtikçe ilişki içindeki taraflar, ilişkiyi koruma adına kendilerini unutuyor. Bu durum uzun ilişkilerin sıradanlaşmasına yol açıyor.” Zaten yapılan araştırmalar gösteriyor ki birbirine bağımlı olma, terk edilme; sevilmeme ve yalnız kalma korkularımızdan kaynaklanıyor.
Birey olduğunuzu unutmayın!
Gerçekten de birçok ilişkide çiftler ilk günkü heyecanlarını yitirdikleri, birbirlerinden sıkıldıkları için ayrılıyor. Oysa sıradanlaşan ilişkileri kurtarmanın çok kolay bir yolu var: Kişilerin kendi isteklerini, zevklerini açık açık söylemeleri. “Tarafların ilişki kurmayla ilgili güvenlerini mümkün olan en üst düzeyde geliştirme çabaları, uzun süreli ilişkilerin yıpranmasını en aza indirecektir” diyor Akkan. İşte bu yüzden de yeni bir ilişkiye başladığımız an birey olduğumuzu asla unutmamak büyük önem taşıyor.
Bağlanmanın bilimsel açıklaması da var
Psikolog Aslı Akkan bağlanmayla ilgili sorunları Bolwby’nin Bağlanma Kuramı’na bağlı olarak temellendiriyor. Aslında ilişkimizdeki bağımlılık derecemiz bebekliğimizden itibaren şekillenmeye başlıyor. Bolwby Kuramı’na göre 3 tip bağlanma türü ortaya çıkıyor.
Güvenli Bağlanma (Secure Attachment): Güvenli bağlanma gösteren bebekler, anneleri ya da bakıcıları yanlarındayken ondan uzaklaşıp çevreleriyle ilgilenir. Diğer bireylerle iletişime girme konusunda rahat davranırlar, bakıcıları uzaklaşırsa ya kısa bir süre ağlayıp sonra oyuna dalarlar ya da fazla tedirginlik göstermezler. Bakıcı geri döndüğünde sevinip onunla ilişkilerini sürdürürler.
Kaygılı/Çelişkili Bağlanma (Anxious / Ambivalant Attachment): Bu bebekler anneden ayrılıp çevreyle ilgilenmez. Anneleri uzaklaştığında terk edildiklerine dair korkuları iyice artar, anneleri yanlarından ayrılıp geri dönerse ağlarlar ve bir yandan ona sarılıp bir yandan da iterler.
Kaçınık Bağlanma (Avoidant Attachment): Bebekler, anneleri yanlarındayken çevreyle ve yabancılarla ilgilenir, duygularını anneleriyle paylaşmaz, bir bakıma annelerinden bağımsız bir biçimde çevreyi araştırır. Anneleri yanlarından ayrılıp geri dönerse, görmezden gelip oyunlarına devam ederler.
İlişki terapisti gözüyle bağımlılık
Cinius Yayınları’ndan çıkan ‘İlişkinizi Kurtarma Rehberi’ adlı kitabın yazarı, Yaşam Koçu ve İlişki Terapisti Yeşim Varol Şen’e ilişkilerde yaşanan bağımlılığı sorduk.
İlişkilerde yaşanan en büyük problem nedir?
Son dönemlerde danışanlarımda izlediğim en önemli sorun iletişim eksikliği. Yanlış iletişim dili kullanmak, sorunların çözümünden uzaklaşmayı ve sürekli tartışmayı doğuruyor. Yargılayıcı ve suçlayıcı bir dil kullanmak uzun vadede saygıyı ve sevgiyi örseliyor. Bunun yanı sıra ilişkide aşırı beklenti içinde olmak, birey olmaktan vazgeçmek, gereksiz kısıtlamalar, geçmiş tartışmaları sürekli gündemde tutmak sıkça görülen hatalardan bazıları. Özellikle beni dehşete düşüren ve maalesef toplumumuzun kanayan yarası şiddet de bu saydıklarıma ekleniyor.
Birey olduğumuzu unutup birbirimize çok fazla mı bağımlı oluyoruz?
Her ne kadar istisnai durumlar olsa da birçok bireyde kimliğini ilişkinin kimliğiyle özdeşleştirmek gibi bir algı yanılması yaşanıyor. Birçoğumuzun aklında ‘ilişkide böyle davranılması gerekir’ şeklinde kalıplar var. Oysa bu kalıplardan doğan kısıtlamalar sadece ilişkinin ömrünü kısaltıyor. En önemli şey ilişki değil, ilişkiyi yaşayan bireylerdir. İlişki içerisinde ‘biz’ olabilmek önemli ancak bu ‘ben’ kimliklerimizi bir kenara bırakmamız anlamına gelmiyor. Kendi kimliğini koruyabilen, sınırlarını çizebilen bireylerin kurduğu ilişkiler daha sağlıklıdır. Bireyler ilişkilerini bağımlılık hissederek değil, hayatlarını zenginleştirecek birliktelikler olarak yaşamalı. Çünkü bağımlılık, kişilerin sınırlarını korumasını engelleyen bir durum. Bu anlamda bağlanmakla, bağımlı olmak arasında ciddi fark var.
İlişkinin hangi evresinde birey olduğumuzu hatırlamamız gerekiyor?
İlişkinin hiçbir evresinde birey olduğumuzu unutmamamız gerekiyor. Kendi kimliğimizi salt ilişkimizin kimliğiyle tanımlamak bir bağımlılıktır. Bu bize bireyin ciddi bir öz değer problemi yaşadığını gösteriyor. Hayatının merkezine kendisini koyabilen, ancak kendisi mutlu olduğunda etrafına da mutluluk verebilen bireyler mutlu ilişkiler kurabilir. Aksi takdirde sırf ilişkiyi korumak adına kendinden fazlasıyla taviz verip tükenen, ilişkinin dışında toplumla uyum problemleri yaşayan bireyler haline döneriz.
Güzel bir ilişki sağlıklı bir şekilde yürütebilmenin sırrı nedir?
Arkadaşlık çok önemli. Bu da doğru iletişim diliyle mümkün. Bireylerin ilişkinin dışında da kendilerine zaman ayırmaları ilişkiyi besliyor. Ayrıca eşimizin farklılıklarını kabul etmek ve bunlara saygı göstermek, sorunlar karşısında çözüm odaklı davranabilmek de önemli. Çoğu insan tartışmalarda haklılığını kanıtlamaya çalışıyor. Önemli olan haklı olmak değil, mutlu olmaktır.
Yazan : Deniz Vargeloğlu
Kaynak : Seninle Dergisi
Neden böyleyiz sizce insanın doğasında mı var bu? oyun oynamak…aşık olursunuz…ve maskeyi takmaya başlarsınız…çünkü bilirsiniz, kostümsüz maskesiz oyun oynanmaz…ama bu oyun tek kişiliktir..bir çok seyircisi değil sadece bir tek seyircisi vardır…
ve oyunumuz başlar…amaç karşındakini mutlu etmektir..bütün çabalar ve didinmeler bunun içindir..o mutlu ve huzurlu olsunda ben başka bir şey istemem işte budur düşünce tarzımız…ve dünyada en önemli sey olan kişilğimiz yok sayarız…var olan kişiliğimiz değişir…değişir…ve bi yerden sonra tanıyamayız kendimizi..ve karsımıza ilk ben kimim sorusu çıkar? düşünürüz…küşünürüz.. saniyeler dakikaları ,dakikalar saatleri kovlarken biz hala düşünürüz gelgelelim ki bu sorunun cevabı çok zor gelir bize…meğerse cevabı çok açıktır…ben artik ‘o’yum… oyun biter…tek kişilik seyircmiz çok beğenmiştir oyunu…oyun bitmiştir artık maskeye ihtiyaç yoktur…çıkarmak gerekir elbet…ama o da ne! maske çıkmıyor… o kadar taşımışız ki yüzümüzde vücut derimize işlemiş…ne kadar çabalasakta çıkmaz artık…
işte böyle değişir insanoğlu…kendi yüzüne veda etmiştir artık…maskeyle yaşamaya mahkum…
Güzel :)
Bence insanlarımızın yapısında var.kendi kişiligini saklayıp başka biri olup kendini göstemesi,fakat insanlarımız artık tanımakta güçlük cekiyoruz. insanları tanımak için belli bir süreçten geçmemiz gerekiyor. bu da cok iyi bir iletişim gerekiyor.
“ya olduğun gibi görün. ya da göründüğün gibi ol”.
başkasına göre şekillenmememek gerekiyor. bir yerde insan mutlaka sıkılıp özüne dönüyor ve karşıdaki insanda şok etkisi oluyor. insan kendini sevmeli, sevileceği huyları olmalı bunun için çabalamalı, kendini geliştirmeli, hoşgörülü de olursa iletişim süper olur. tabi saygıda…