Zekanıza mı, çalışma azminize mi güveniyorsunuz? Başarıya giden yolda size kapıyı hangisinin açacağını düşünüyorsunuz? Zekanıza aşırı güvenip çalışmanın gücünü gözden mi kaçırıyorsunuz?… İddialı bir başlık olacak, farkındayım. Hemen birçok kişinin -özellikle de bugüne kadar bilişsel zekâsına methiyeler düzülenlerin- “sen de kim oluyorsun” dediğini duyar gibi oluyorum.
ZEKASINA (aşırı) GÜVENEN İNSANLAR TEMBELDİR!
Müsaade edin, hipotezimi hemen açıklayayım.
Bendeniz -ülkemizdeki birçok çocuk gibi- küçüklüğünden beri ailesi ve öğretmenleri tarafından “akıllı” olarak gaza getirilmiş, aklıyla her şeyi rahatlıkla çözebileceğine inanmış bir kişiydim. Bu inancımın bana getirdiği aşırı özgüven ile tembelliği çalışmaya yeğlemiştim. Bu hastalığa kapıldığımı – ki ben bu durumu bir hastalık olarak niteliyorum-fark ettiğimde Lise 3’deydim. Yaşadığım o acı deneyim, başarının önkoşulunun çalışma olduğunu bana öğretti ve o gün bugündür zekâsına aşırı güvenen insanların tembel olduğuna inanıyorum.
Maalesef ülkemizde “ben zekiyim” tuzağına düşmüş kişilerin sayısı hiç de az değil. Nasıl olmasın! Bizim toplumumuz bir kere zekâ konusuna takmış kafayı. Zekânın başarının ön şartı hatta yeter şartı olduğuna inanılıyor delicesine. Bu yüzden de birçok ebeveyn çocuğunun zekâsında biraz pırıltı gördüğünde büyük bir gururla “akıllı oğlum/kızım” diye çocuklarını seviyor ve methiyeler her şart ve koşulda devam ediyor.
Aslında ebeveynler fark etmiyorlar ki bu cümlelerle çocuklarına iyilikten çok kötülük yapıyorlar, onları tembel olmaya itiyorlar.
Eşimin katıldığı bir sempozyumda konuşan bir akademisyenin de vurguladığı gibi keşke Japonlar gibi sevebilsek ve takdir edebilsek çocuklarımızı: “Çok iyi çalışıyorsun eğer böyle çalışmaya devam edersen çok başarılı olacaksın” diyebilsek çocuklarımıza. Onları çalışkan olmaya yöneltsek, akıllı olduklarını söyleye söyleye egolarını gereksiz yere şişirmesek.
Tabii ki önce kendimizi ikna etmeliyiz çalışmanın başarının anahtarı olduğuna. Çalışanın hiçbir konuda umudunu yitirmemenin tek yolu olduğuna, çalışarak birçok sorunun aşılabileceğine, yeni fırsatlar yaratabileceğine inandırabilsek kendimizi.
Yanlış anlaşılmasın; zekâyı kesinlikle küçümsemiyorum ve tu kaka etmiyorum. Onu pastanın üzerindeki krema, ayakkabının üzerindeki cila gibi görüyorum. Nasıl ayakkabı boyanmadan cilalanamazsa, nasıl pastanın kekini yapmadan üzerine kremayı koyamazsak zekâyı da çalışma disipliniyle birleştirerek çok daha başarılı olunacağını düşünüyorum.
Belki de bu konudaki zihinsel süreçlerimizi değiştirebilsek ve çalışmanın başarının anahtarı olduğuna kendimizi inandırabilsek çok daha farklı bir toplum olabiliriz kanısındayım. Belki o zaman “Biz tasarım yapamayız yalnızca al-sat yapalım yeter” kolaycılığından, “oturduğun yerden para kazanma” sevdasından uzaklaşıp bu şekilde bir şey olamayacağımızı fark edebiliriz.
Yazan : Hüseyin Adanalı / yenibiris.com
Yazıya katılıyorum da… Benim kusurum sizin gibi lise üç de değilde Üniversteye geldiğimde tembel olduğumu fark ettim. Çevremde zeki diye nitelendirmediğim insanların çok çalışması sayesinde başarılı olduklarını görüyorum. Kendimde şişirdiğim egoma nazaran. Zekiyim demekle olmuyor, yaratıcılık da her zaman yeterli olmuyor. Çalışmak, çalışmak, çalışmak her şeyin başı…
imkânlar bazen gözümüzü kör edebiliyor; güzellik, zeka, maddi zenginlik ve vs. Bunları egomuzun sahiplenmesine izin veriyoruz çünkü. O da şiştikçe şişiyor ve artık YÜKÜ taşıyamaz hale geliyor zira doğası gereği sığ; fazla yükü taşıyam az.Teşekkürler
asuman senden berbatları da varmış bide benim gibisi yok diyion