Bir siyasi liderin hayatını ortaya koyarak mücadele etmesi de bir bilim adamının gecesini gündüzüne katması da bir girişimcinin bütün parasını inandığı bir işe yatırması da tek bir şeyle açılanabilir. “Düşledikleri Gelecek!” Hep iyimser olmaları da düşlerine olan inançlarından kaynaklanmaktadır.
Farklı bir geleceği düşlemek, çoğu insana “hayalperestlik” gibi gelir. Hele bizim gibi aykırı her düşünceye “İcat çıkarma!” diyen toplumlarda insanlar yeni bir şey yaratmak yerine, başkalarının risk almasını tercih edip başarılı olanın yanında yer almayı isterler.
Düşleme, Stefano d’Anna’nın da dediği gibi “geleceği hatırlama” gücüdür. Tarihin akışını değiştirmiş bütün liderler, başkalarının ancak yıllar sonra fark edecekleri şeyleri önceden görme gücüne sahip insanlardır. Martin Luther King, Gandhi ve Mandela herkesin eşit olduğu bir dünya düşlemeselerdi, ırkçılığa karşı bu kadar yol alınamazdı. Christopher Columbus, batıya doğru giderek doğuya ulaşacağını düşlemeseydi, Wright kardeşler uçmayı hayal etmeseydi, Steve Jobs insanların teknolojiyi evcilleştirebileceklerini düşlemeseydi dünya, bugünkü dünya olmazdı.
Bir şey “görebilmek” için insanın önce onu “düşlemesi” sonra da onun peşinden giderek onu gerçekleştirmek için mücadele etmesi gerekir. Etrafımızda gördüğümüz insan yapımı her şey, önce birisinin hayalinde canlanmıştı. Her icat, her sanat eseri, her inovasyon, her çözüm önce bir düşle başlar ve sonra bu düş, aklın analiz ve sentez gücüyle somutlaşır. İnsanın ürettiği her şey önce onun düşlerinde sonra gerçek hayatta vücut bulur.
Çoğunluk, düşlemeyi ulaşılması imkânsız, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir istek gibi algılar. Oysa düşlemek, gerçekleşmesi imkânsız olanı “dilemekten” çok farklıdır.
Dilemek sahip olmadığımız bir şeyi istemek ve gereğini yerine getirmeden onun gerçekleşmesini ummaktır. Düşlemek ise insanın yapabileceklerinin farkında olması, bugünden farklı bir geleceğe varmak için plan yapmasıdır. Düşlemek engelleri aşmak için bir “hayal” kurup onun peşinden gitmeye hazırlanmaktır. [highlight]Düşlemek var olanı kabullenmek yerine onu farklı bir gözle görüp yeniden tarif etmek demektir[/highlight].
İnsanlar neyi düşlerlerse o olurlar. Kimse düşlerinin ötesinde bir yere varamaz. Kimse düşlerinin ötesinde bir şeye sahip olmaz. Kimse düşlerinin ötesinde bir insan olamaz. Hayat da zaten kendisini kanıtlayan bir kehanet gibi biz ne düşlersek, neyi düşleme cesaretini gösterirsek, onu yolumuza çıkarır.
Medeniyet tarihi, mevcutla yetinmeyen, daha fazlasını isteyen, görünmeyenleri düşleyen insanların tarihidir. Düşlemek, insanın kendisi, sevdikleri, içinde yaşadığı toplum ve dünya için faydalı, güzel, iyi bir şeyler yapma arzusudur. Bu arzuyu hayata geçirmek için inisiyatif alma işidir.
Eğer insanın düşü güçlüyse, kurduğu düşe inanıyorsa düş, gerçekleşmek için kendi yolunu bulur. Stefano D’Anna “Düş her zaman önce gelir, finansal kaynaklar ise onu takip eder. Düş ve para arasındaki binlerce yıllık yarışta para her zaman sonradan gelmiştir. Bu nedenle kaynakların nasıl geleceği konusunda endişe etmemek gerekir. Gerçek bir düş, gerçeğe dönüşmek için kendi yeterliliğini de inşa eder.“ der.
İnsan düşlerini hayata geçirirken bin bir türlü engelle karşılaşır. Efsanede söylendiği gibi eğer David, Goliah’la savaşmayı göze almasa, devasa bir gücün korkusuna yenilse hep çoban olarak kalacak, kral olmayı sadece rüyasında görecekti. Oysa zorluklara meydan okumak, insanın içindeki kahramanı ortaya çıkarır. İnsan içindeki kahramanı keşfederek savaşır. Savaşmayanlar, zorluklara boyun eğenler kazanamazlar; sıradanlaşırlar.
Stefano d’Anna’ya göre, “Bir ulusun serveti, sahip olduğu üretim ya da ihracat hacmi, petrol yatakları, altın madenleri ya da elmas rezervleri değildir. Bir ulusun gerçek serveti özgürce, daha iyi bir dünya için düşler kurma yeteneğine sahip olan insanlarıdır. Her kuruluşun, her toplumun başarısının kökeninde, her zaman bir insanın düşü vardır. Bugün medeniyet adına sahip olduğumuz her şey, güzeli ve iyiyi düşleyen insanlar sayesindedir.”
Bir kuruluşun ya da bir toplumun kaderini değiştirmiş liderlerin farkı, ne deneyimleri ne de karizmalarıdır. Bu liderlerin en güçlü tarafları, düş kurabilme yetenekleridir. Bireysel hayatlarımızda da bu böyledir. En etkili insanlar aslında bütün zorluklara rağmen düşlerine sadık kalan insanlardır. Düşlerini her ne pahasına olursa olsun hiç terk etmemiş insanların, başkalarını mıknatıs gibi çeken, ilham veren hikâyeleri vardır.
Düşlemek son derece ciddi bir iştir. Gelecekte hayatımıza henüz bugün bizim bilmediğimiz iyilikleri ve güzellikleri getirecek olanlar, bugün bu çok ciddi işlerle uğraşan insanlardır.
Geçtiğimiz hafta kaybettiğimiz Stefano D’Anna düş kurmayı, bir insanın kaderini belirleyen en önemli etken olarak görürdü. Konferanslarında “[highlight]Kendinizi düşleyen, yaratan ve seven insanlara dönüştürün[/highlight].” derdi. Stefano d’Anna hayatı boyunca insanları, korkusuzca düşlerinin peşinden gitmeye cesaretlendiren, güzel bir insan, değerli bir bilim insanıydı.
Yazan : Temel Aksoy