Bir insanın kaderini belirleyen en önemli şey nedir? Doğduğu ülke mi? Ailesi mi? Yaptığı meslek mi? Çok eskilerden gelen bu sorulara, farklı bir cevap verme denemesi… Bu soruyu yıllarca önce Fransa’da verdiğim bir konferans sırasında katılımcılardan biri sormuştu. Tuhaftır, kelimesi kelimesine aynı olmasa da aynı soru bir ay kadar önce yine management’la ilgili verdiğim bir eğitim sırasında Türkiye’de soruldu. Bu soruya o gün ne cevap verdiysem aşağı yukarı, bugün de aynı cevabı verdim:
“İnsanın kaderini belirleyen faktörleri ampirik olarak belli rakamla ifade etmek mümkün değildir; olsa bile, her doğan insan için bunun bir kez daha ispatlanması gerekir. Ancak farklı ülkelerde yaşamış, farklı kültürleri tanımış, belli bir bilgi ve tecrübe sahibi olarak şunu söyleyebilirim ki, ister işadamı olun, ister profesyonel bir yönetici veya başka bir meslek sahibi, kaderinizi yüzde 50 oranında doğduğunuz ve içinde yaşadığınız coğrafya belirliyor. Yüzde 40 oranında karakteriniz (Cornelius Nepos’a göre bu faktör yüzde 100 oranında belirleyicidir), yüzde 5 oranında aileniz ve geriye kalan yüzde 5 ise diğer faktörlerdir…”
Ve eklemiştim
“Bu rakamları mutlak yüzdeler olarak almamak gerekir. Analitik açıdan belli bir ağırlık olarak bakmanız ve değerlendirmeniz daha uygun olur. Ancak, bir yaklaşım sağlaması açısından kanaatimce bu faktörleri ve ağırlıkları son derece uygun görüyorum.
Aslında belki de, en iyi ölçüm bu oranlar çerçevesinde birey birey her insanın kendini bu çerçevede değerlendirmesidir. Bu değerlendirmenin daha da iyi sonuç vermesi için, şöyle bir yol da izleyebilirsiniz: Önce kapasitenizi ve yeteneklerinizi objektif olarak ölçün. Sonra da, hipotetik bir şekilde bir ülke seçin ve orada neleri başarabileceğinizi tahayyül edin.
Yaşadığınız kaderiniz; tahayyül ettiğiniz ise, kadersizliğinizdir.”
Sözlerimi bitirdiğimde hem Fransa’daki konferansta bir sessizlik olmuştu. Aynı durum Türkiye’deki toplantıda da gerçekleşti.
Acaba o anda kim neyi düşünüyor ve kim hangi soruyu soruyordu.
Acaba Türkiye’deki insan, müthiş şahane bir ülkede mi yaşadığını düşünüyordu; yoksa tam tersine, “ben böyle kaderin…” mi diyordu?
Bunu bilmek mümkün değil. Ancak bir şeyi açıkça hissettim: Türkiye’deki insanların gözlerini bir hüzün kaplamıştı. Fransa’daki insanlarda böyle bir hüzün farketmedim.
İşadamısınız. Bir anda kapınıza dikilen maliye müfettişleri üç gün içinde ipinizi çekerler mi?
Çeker.
Yapacağınız en iyi iş, sus pus olmak ve eğer ihale şansınız varsa, devletten ihale almaktır. Yok o alanda değilseniz, en büyük tavsiye: Politikaya musallat olmayın!
Diyelim ki öğrencisiniz. Üstelik çok parlak. Belki, buluş yapabileceksiniz, insanlığa ve ülkenize büyük bir katkınız olacak.
Eviniz basıldı ve kız arkadaşınızla birlikte kaldığınız için; gençliğinde ilk ilişkiyi ve evlenene kadar da karşı cinsten bir insanla değil de başka bir varlıkla olmasını mubah gören, öyle yaşamış ve öyle yetişmiş bir zihniyetin temsilcileri tarafından, alabildiğine hırpalandınız ve başınıza gelmedik kalmadı…
Evimde İngilizce olarak asılı duran bir yazının Türkçesi ile noktalayalım:
“Geleceğiniz yüzde 90 oranında, başınıza ne geldiği ile değil, başınıza gelen şeye karşı nasıl tutum aldığınız ile belirlenir…” (Roger Dawson, Make the Right Decision Every Time, p. 215)
İyi hafta sonları…
Yazar: Erol Koç