İlişkilerdeki en büyük sıkıntılardan biri “reddedilme korkusu” olarak karşımıza çıkıyor. Bu korku, kişiyi her alanda yani iş ve özel hayatını da olumsuz yönde etkiliyor. Kişi, özel hayatında reddedilme korkusu yaşıyorsa terk edilme korkusu ve aşırı kıskançlık duygusunu da beraberinde getiriyor. Reddedilen bir kişinin özgüveni oldukça kırılıyor ve bu korku ilerleyen zamanlarda tolere edilemezse kişi oldukça cesaretsiz ve pasif hissedebiliyor. Daha sonra bu durum kişiyi sosyal fobiye, depresyona itebiliyor.
Eğer siz de “reddedilme korkusu” yaşayanlardansanız, bu duyguyu ilk önce ne zaman ve nasıl deneyimlediğinizi hatırlayabiliyor musunuz?
Kaç yaşındaydınız?
Sizi reddeden kimdi ve o an neler hissettiniz?
Büyük ihtimalle bu korku sizi 0 – 7 hatta 0-12 yaşları arasında yaşadığınız bir hikayeye götürecektir. Çok mu korktunuz yoksa alay mı ettiler sizinle, rezil mi oldunuz küçük mü düştünüz ya da beceriksizlikle mi suçladılar sizi?
Reddedilmeye yüklediğiniz anlamlar neler?
Olaylar karşısında çabuk mu kırılırsınız?
Hassas mısınız?
Yetersizlik duygunuz var mı?
Yoksa mükemmeliyetçi misiniz?
Sevilmeye layık mı değilsiniz içten içe?
Kontrolcü müsünüz?
Sizce bir kusurunuz bir eksikliğiniz mi var?
Eğer bunlardan bazıları size uyuyorsa yeterlilik duygunuz biraz kırılgan, sevgiyle onarılmaya ihtiyacınız var demektir. Sevilebilmemiz, istenen kişi olabilmemiz ve kabul görebilmemiz için tam anlamıyla yeterli ve kusursuz olmamız gerektiği yani mükemmel olma inancı, çocukluğumuzdan bu yana zihnimize yerleşmiş olan doğru bildiğimiz yanlışlardandır. Bu korku bize istemeden bazı hatalar da yaptırır. Mesela güzel bir aşk yaşayabilme ihtimalimiz varken reddedilme korkumuz yüzünden hoşlandığımız kişiyle tanışabilmek için adım bile atamayız. Böylece sevme sevilme, beğenme beğenilme, güven duyma gibi ihtiyacımız olan en temel duygulardan mahrum kalmış oluruz. Eğer bir ilişkimiz varsa ya kendimizi aşırı mükemmeliyetçi bir tutuma sokup karşımızdakini çileden çıkartabilir ya da karşımızdaki kişiye kendimizi sevdirmek adına aşırı fedakarlıklarda da bulunabiliriz. Her iki tutum da öz benliğimize zarar verecek durumlardır. Bir de birlikte olacağımız kişiye cazip gelebilmek için aslında olmadığınız bir kişi gibi davranmaya başlarız. Hayatında golf oynamamış bir kişi birlikte olmak istediği kişi golf oynuyor diye golfü çok sevdiğini söyleyebilir.
Peki bu reddedilme korkusunu nasıl aşabiliriz?
Öncelikle bu duygunun ne zamandan beri sizde mevcut olduğunu bi anlayın bakalım. Olası bir reddedilme durumunda ne hissettiğinizi de analiz edin. Diyelim utanç duydunuz. Bu size ne hissettirdi? Kendinizi aşağılanmış hissettiniz. Peki bu nasıl hissettirdi? Daha sonra ne hisettiniz gibi…
Bu soruları istediğiniz kadar uzatabilirsiniz. Sonunda şuna geleceksiniz “Ee N’olmuş, sonunda ölüm yok ya! Olan olmuş. İçinde bulunduğumuz duruma çok da anlam yüklememek, hayat memat meselesi yapmamak gerekiyor. İlişkiler sırf bizim istediğimiz şekilde gelişmeyebilir. Bizim istediğimiz bir kişi bizi istemeyebilir. Bu çok doğal bir durumdur. İlk evvela bunu başından bi kabul edelim. Sırf karşımızdaki kişi bizi istemiyor diye özgüven sorunu yaşamayalım. İstemiyorsa istemiyordur. O onunla ilgili bir durumdur. Bizi ilgilendirmez. Tabii ki biraz egomuz zarar görebilir, üzülebiliriz ama bu kadar yani! Kimse bizi beğenmedi istemiyor diye ne yetersiziz ne de sevilmemeye layık değiliz. Bizim değerimizi hiç kimse ama hiç kimse belirleyemez.
Biz olduğumuz her halimizle yeterli, eşsiz ve biriciğiz. Bunu kafanıza hemen şimdi sokun ve bir daha da çıkartmayın lütfen.
Hatta size bir ödev: Her gün ayna karşısına geçip [highlight]“OLDUĞUM HER HALİMLE EŞSİZ, DEĞERLİ VE BİRİCİĞİM VE KENDİMİ OLDUĞUM HER HALİMLE SEVİYOR VE KABUL EDİYORUM”[/highlight] deyiverin bakalım.
Bu korkuyu aşmanın en değerli yolu RİSK almanızdır. Risk aldığınız takdirde her türlü sonuca otomatikman hazır olursunuz. Sadece sonuca, olumsuza odaklanmazsınız. Risk almış, adım atmış ve en azından denemiş olursunuz. Reddedilirseniz de canınız sağ olsun dünyanın sonu olmadığını ve bununla gayet güzel bir şekilde başa çıkabildiğinizi görürsünüz. Önemli olan yolculuğun kendisi değil miydi zaten?
Yazan : Dilara Duman | Ruh Akademisi – Yeni Yaşam Okulu