Her işin bir çıraklık, kalfalık, bir de ustalık dönemi vardır. İyi usta olacaklar daha kariyerlerinin ilk yıllarında belli olurlar ve başarı için pek çok bedel öderler. Elde edilen başarıda ise sadece kendi renklerini taşırlar…
Sultan bir gün komşu ülkeyi ziyarete gider. Mükemmel ağırlamanın yanı sıra, sultanı etkileyen bir başka şey daha olmuştur. Komşu ülkenin sultanının sarayının duvarları öyle bir tuğladan yapılmıştır ki, alır götürür bizim sultanı başka bir dünyaya. Öyle bir renktir ki, tarifi olanaksızdır. O kırmızıdır yangın gibi, o kahverengidir içini çarpan, o kızıldır, o her renktir velhasıl. Ülkesine dönünce emir salar dört bir yana, ” benim ülkemin ustaları da yapar mutlaka böyle bir renkten tuğla, tez getireler numunelerini.” Ama gelen örnekler tatmin etmez sultanı. Bunun üzerine ödül koyar sultan; istediği renkte bir tuğla getirene servet vaat eder. Nafile, ülkenin tüm ustaları ucunda servet de olsa başaramazlar, istenen rengi tutturamazlar. Sonun vezirlerden birinin kulağına ülkenin bir köşesinde bilge, kendi halinde yaşayan bir ustanın şöhreti gelir. Yapsa yapsa o usta yapar,o rengi o tutturur der. Sultan kendisi gider ustanın ayağına, tutsağı olduğu rengi bulacak adama değer çünkü bu. Usta anladım der, ben o rengi tanıdım, bilirim nasıl bir tutku yarattığını, yapmaya çalışırım ve yaparım, lakin vakit ister. Sultan vakit verir, ödülü de kendisinin seçmesini ister. Usta bir ayda yerine getirecektir görevi, o eşsiz rengi, canım karışımı bulacaktır. Usta çalışmaya başlar, dener, dener. Her türlü maddeden renk çıkarmaya çalışır. Dener, dener. Günler hızla geçmeye başlar. Yapılan tuğlalar fırından çıktıklarında bir türlü tatmin etmez ustayı. Oysa söz vermiştir sultana, yaparım demiştir; tuttururum o rengi, bilmez miyim nasıl aranır o renk? Günler sayılıdır. Usta rengi tutturamamanın verdiği eziklikle daha da yoğunlaştırır çalışmalarını. Gece demez gündüz demez çalışır, dener. Ama olmaz işte kendi beğenmemiştir ki, işte budur deyip götürsün sultana. Son bir umut daha kalmıştır bir ayın dolmasından önceki son gece. O karışımı da gönlünün tüm zenginliğini, renklerin tüm çapkınlığını, maddelerin tüm çekiciliğini karıştırarak yaratmaya çalışır usta. Fırına atar tuğlaları ve bekler. Sonuç ne yazık ki düş kırıklığıdır. Verilen söz tutulamamıştır, denenecek başka bir yol da yoktur. Usta her şeyini koymuştur ortaya ama olmamıştır. Yangın, ateş, ustanın bağrına çöker. Fırının alevleri çağırır onu gel diye. O da reddetmez bu daveti. Ertesi gün süre dolduğu için sultan kendisi gelir ustanın yerine sonucu görmek için. Usta görünürde yoktur ama fırında bir şeyler vardır. Fırının kapağı açılır ve tuğlalar dışarı çıkarılır. Sultan kendinden geçmiş tutkuyla aradığı renge kavuşmanın mutluluğuyla yaşamaktadır. ” Bulun ustayı gelsin saraya, ne dilerse verilecektir kendine, hatta fazlasıyla verilecektir. ” diye emir buyurur.
Bu öyküden bir çok hisse çıkartılması mümkündür. Ancak ben bireysel dersler yerine öykünün toplam mesajı üzerinde durmak istiyorum. Şöyle bir geriye yaslanın ve geçmişe bakın. Lise bitirme sınavına nasıl çalıştınız, ya üniversite giriş sınavına? Üniversiteyi bitirirken çektiğiniz zorluklar, bitirme ödevleriniz, daha sonra ilk iş arayışlarınız, reddedilişiniz, ilk işe başlamanız, ayrılmanız, askerlik, size acı çektiren sevgiliniz. Velhasıl tüm uğraşılarınız, çabalarınız, savaşımlarınız, aldanışlarınız, kazanımlarınız. Tüm bunları şöyle bir gözden geçirin bakalım. Ya bugün bulunduğunuz yer? Buraya uçarak yada gökten zembille gelmediniz.hep geçmişteki uğraşılarınız ve didinmelerinizle ulaştınız bu güne. Yarında yine kendi çabalarınızla ulaşacaksınız. Burada en önemli etken sizsiniz. Siz hayatın içine daldınız ve kendi renginizi yarattınız. Siz olmasaydınız, sizin didinmeleriniz, hayal kırıklıklarınız, sevinçleriniz olmasaydı, yani siz kendinizi hayatın içine atmasaydınız bu günkü siz olmazdınız. Yarın ne mi olarak? Tabi bugünkü karışımlar ve fırınlara girme kararınız yönlendirecek yarını da.
Kaynak : internet