Ah zaman ah…. Kimine göre dar kimine göre geniş, kimine göre uzun kimine göre çok geçmiş… Zaman, oyuncak gibidir. Ona ne yapmak istediğin tamamen senin yaratıcılığına kalmıştır. Bazen “zaman” kavramını düşünürken dehşete kapılmıyor değilim. Sanki acımasızca koşuyor, ancak öyle sessiz koşuyor ki nerede olduğunu göremiyoruz ya da biz onun neresindeyiz fark edemiyoruz.
Ve bir gün geliyor “yıllar öylece yitip gitti” diye ah’lanıp vah’lanıyoruz.
Sümerlerle birlikte yıllara ve aylara bölünen “zaman”, günümüz insanının yakalamaya çalıştığı en büyük rakibi haline geldi.
Kim bu “zaman”? Neyin nesidir? Denildiği kadar gaddar mıdır? Çok acıtır mı sahi?
Bence bu kadar da korkulacak bir durum yok. Neden mi? Çünkü;
Zaman, adildir.
Herkese ona eşit oranda sahiptir. Tabiri caizse 1 günde 24 saatin ardından 1 salise bile bulamazsın.
Zaman, fırsattır.
Eski Mısır rahipleri, zamanı enerji dönüşümü olarak yorumlarlarmış. Zaman, her an yenilenebilmemiz için bize armağanlar sunabilir.
Zaman, cömerttir.
İstediğin gibi harcayabilirsin. Kısıtlama getirmez.
Zaman, ilaçtır.
Bu kavram özellikle bizim kültürümüzün derinlerine işlemiştir. Gerçekten de zaman en iyi ilaçtır çünkü değişimi içinde barındırır.
Zaman, nettir.
Kime sorsanız aynı yanıtı alırsınız.
Zaman, rehberdir.
Nerede olduğunu gösterir.
Zaman, ideal bir dosttur.
Nereye gideceğine karışmaz.
Zaman, oyuncak gibidir.
Ona ne yapmak istediğin tamamen senin yaratıcılığına kalmıştır.
Zaman, dalgalı bir denizdir.
Üstüne atlasanız da sizi aşıp kıyıya süzülür.
Zaman, ruh eşin gibidir.
Görmesen de duymasan da oralarda bir yerlerde olduğunu hissedersin. Gelelim neden canımızı bu kadar yaktığına? Yoksa kızgınlığımız zamana değil de kendimize mi?
Öncelikle kabul etmek gerekir ki “o” hiçbir an durmayacak. Durdurmaya çalışmadan sadece ve sadece yönetmeyi denersek yüksek ihtimalle “şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler” moduna girmemize gerek kalmayacaktır.
Yoksa “zaman yönetimi” kavramından haberiniz yok mu?
Duymadıysanız ve günler, aylar, yıllar içinde bin parça halinde geziniyorsanız birkaç araştırma yapmanızı öneririm.
Benim konu ile ilgili 2 çift lafım var, o kadar…
- Erteleme
- Kendini sınırlama
Ertelemek başı belaya sokar, erteledikçe yük artar, yük arttıkça sizi bölen bıçak darbeleri hızını arttırır. Gün sonunda da “Ben bu kadar işe nasıl yetişeceğim?” sorusu baş gösterir.
En önemli diğer tüyo ise asla kendini sınırlama! Toplum bizler için yaşa göre yapılabilecekler listesi hazırlamıştır ve bu listenin dışına çıkanları hemen fark eder.
Örneğin 28 yaşında okuma yazma öğrenmeye çalışan birine “ne yapacaksın bu zamandan sonra?” der.
70 yaşında evlenen çifte “delirmiş olmalılar, bu yaşta pes doğrusu!” der.
2 yaşında matematik problemi çözebilen çocuğa hayret eder ve “bu yaşta bu zeka” der.
30 yaşında kendi işini kuranı asla unutmaz ve “henüz erken değil mi?” der.
90 yaşında dans edene hayran olur ama biraz da bu onu korkutur.
Diyeceğim o ki ne yap ne et, zamana göre yapılacaklar listesini yok et!
Tıpkı aşkın yaşının olmadığı gibi zamanın da yaşı yoktur. Hiçbir şey için geç kalmış değilsin, bu sihirli cümleyi aklından çıkarma.
Bazen yol, varılacak yerden daha güzeldir. Kim bilir…
Yazan : Tuğçe Güçnar Kengil – kendinigelistir.com, e-koc.org
Zaman bu kadar güzel anlatılabilir.
Teşekkürler.