Dikkat ve konsantrasyon sorunları ele alınırken hemen çocuğun neler yapamayacağına odaklanmaktan ziyade, çocuğun neler yapabileceğini gözlemlemek faydalı olacaktır. Çoğu zaman, çocuk belli bir işe, belli şartlar altında konsantre olabilmekte ama okulda ya da ev ödevi yapması gerektiğinde bunu becerememektedir. Okul çağındaki pek çok çocuk, özellikle de küçük yaştakiler, dikkatlerini toplayıp bir konuya vermede zorluk çekiyor. Bu tabii ki çocukların okuldaki başarısını kısıtlayan bir durum ve bunun yanında çocukların kendilerine güvenlerinin azalmasına ve muhtemelen davranışsal, duygusal ve sosyal zorluklara da yol açabiliyor. Böylesi çocuklara ‘DEHB’ etiketini yapıştırıp ilaç yazdırmak kolaydır. Belli başlı ilaçlar DEHB’nin bazı belirtilerinin önüne geçmede faydalı olabilir ama bu ilaçlar günümüze kadar bu bozukluğun altında yatan sebeplere dair herhangi bir çözüm ya da tedavi sağlayamamışlardır. İşte bu yüzden, dikkat ve konsantrasyonu artırmaya yönelik bütün noninvaziv ve ilaçsız tedavileri daha detaylı araştırmaya değer. Neyse ki bütün dünyada milyonlarca çocuk üzerinde kendini kanıtlamış, belgelenmiş yöntemler bulunmaktadır. Ben de bu kısa makalede bu yöntemlerden bazılarını özetle anlatacağım.
Hiperaktivite unsurunu dikkat sorunundan ayırmak çok önemlidir. Çocuklar sürekli olarak bir hareket etme ihtiyacı hissediyorlarsa – ki bu hiperaktivitenin kilit göstergelerinden biridir – tabii ki bu durum onların dikkatini de etkileyecektir. Ancak çocukların büyük çoğunluğunda bu ihtiyaç kendini sadece sınırlı bir seviyede göstermektedir ve bu çocuklara öylece hiperaktif etiketini yapıştırmamak gerekir. Dikkat ve konsantrasyon sorunları ele alınırken hemen çocuğun neler yapamayacağına odaklanmaktan ziyade, çocuğun neler yapabileceğini gözlemlemek faydalı olacaktır. Çoğu zaman, çocuk belli bir işe, belli şartlar altında konsantre olabilmekte ama okulda ya da ev ödevi yapması gerektiğinde bunu becerememektedir. Bu durum, çocuğun dikkatini verebilme kabiliyetine sahip olduğunu ancak dikkatinin o ya da bu nedenle dağılmakta olduğunu gösterir. Dikkati dağıtan bu unsurlara neden olup bunların altında yatan pek çok koşul bulunmaktadır. Örneğin; doğal yollarla kaybolması gerekirken geçmeyen çocukluk refleksleri, duyulardan bir veya birkaçının aşırı duyarlı olması ya da yeterince duyarlı olmaması veya beyindeki işleme sürecinin etkili olmaması.
• Çocukluktan kalma reflekslerin, çocukların gelişimi ve öğrenimi üzerindeki büyük etkisi hala pek çok kişi tarafından tanınmamaktadır ancak olgunlaşmamış reflekslerin konuşma gelişimi, okuma, yazma, dikkat ve konsantrasyon üzerinde etkisi olduğuna dair pek çok kanıt vardır. Örneğin, bebeklerdeki avuçlama refleksinin kaybolmaması durumunda eldeki ince motor becerileri bu durumdan etkilenecek ve büyük ihtimalle bu da yazım becerilerinin zayıf olmasına yol açacaktır.
• Fiziksel dikkat dağılması ve sandalyede otururken vücudunu sağa-sola döndürme ihtiyacı da genellikle bebeklerin doğum sırasında vücutlarını döndürmelerini sağlayan bir doğum refleksiyle alakalıdır. Bu refleks bebeğin, annenin kalça kemikleri arasında sıkışmasını engellemek üzere kalça ve omuzlarını döndürmesini sağlayarak dar olan doğum kanalında yolunu bulmasını sağlaması açısından hayati önem taşır. Doğum sonrasında ise bu refleksin bir kullanışı kalmaz ve normal hallerde doğumu takip eden ilk aylarda kaybolur. Ancak bu refleksin ilerleyen zamanlarda da yeterli şiddette kalıcı olması halinde bu durum, çocuğun gerçek anlamda vücudunu sağa-sola döndürme ihtiyacı hissetmesine yol açıp dikkat ve konsantrasyonu etkileyebilir.
• Neredeyse bütün öğrenim süreci duyularla etkileşim, özellikle de işitme yoluyla konuşma ve gözler aracılığıyla görsel etkileşim sayesinde gerçekleşir. Bu kilit duyuların etkin biçimde işlememesi durumunda öğrenme süreci tehlikeye girecek ve çoğunlukla bu durumun yan etkisi olarak dikkat eksikliği ya da hiperaktivite görülecektir. Etkin olmayan işitme ya da görüş her zaman işitme kaybı ya da gözlük takma zorunluluğu anlamına gelmez. Bu gibi çocuklarda algılayıcılar (kulak ve gözler) genellikle yeteri kadar iyi çalışmaktadır ancak kulak ve gözlerden alınan sinyalin beyinde işlenme şekli sorunlara yol açabilir. İşitme duyusu normalin üstünde ise (aşırı-duyarlı işitme) çocuklar bu sinir bozucu hatta acı veren sesleri engellemeye başlayacak ve bu da çevrelerindeki dünya ile temaslarını azaltacaktır.
• Ayrıca gözlerin bir takım olarak etkili biçimde çalışıyor olması da çok önemlidir; bunun için de gelişmiş göz kaslarına, iyi koordinasyon ve denge ile gözleri hem yakın hem de uzak noktalara odaklayabilme kabiliyetine gerek duyulmaktadır. Bu unsurlardan herhangi birinin başarısız olması durumunda gözlerden gelip beyin tarafından alınan sinyaller birbirleriyle uyuşmayabilir ve bu da karışıklığa, işlemede gecikmeye ve hatta bozuk görüşe bile yol açabilir. Daha etkili görsel işleme yoluyla bu engellerin bazılarının üstesinden gelmek çoğu zaman mümkündür.
• Öğrenmede sıklıkla unutulan bir başka unsur da denge duyumuzdur. Bu duyu iç kulağın belli bir parçasını oluşturmakta ve duruşumuz ile hareket etme şeklimizin yanında çevremizdeki dünyayı algılama şeklimizde de önemli bir rol oynamakta ve yazılı bir metinden satır takibinde gözlerimizi yönlendirmemiz adına kritik bir görev üstlenmektedir. Sürekli olarak hareket etme ihtiyacı çoğu zaman yeteri kadar duyarlı olmayan denge duyusu ile alakalıdır.
Gördüğümüz üzere çocukların dikkatini dağıtarak onları konsantre olmaktan ve dikkatlerini ellerindeki işe vermekten alıkoyan çeşitli nedenler bulunmaktadır. Neyse ki çocukluk reflekslerini olgunlaştırmak ve beyni, duyusal bilgiyi daha etkin biçimde işleyecek şekilde yeniden eğitmek mümkündür. Okulda başarı ile başarısızlık arasındaki değişikliği gerçekleştirebilecek ve çocuğu daha mutlu, çevresine daha kolay uyum sağlar hale getirecek basit egzersiz ve noninvaziv müdahele teknikleri mevcuttur.
Yazar : Steven Michaelis